Obada üçlü güzellerin mantar çorbası meşhurdu. Bu defa da Üç güzeller mantar çorbasını kara ateşte közün üzerine bırakmışlardı. Üçlü güzellerin ikisi bir araya gelmiş ve üçüncü güzelin yakınlarına taziyeye gideceklerdi.
Üç güzeller obanın ikili ninesi kalmışlardı.
Üç güzellerden ikili nineye…
Yıllar ruh ve beden sağlığını korumuş ama “Üçlü güzellerden” geriye yalnız ikisi kalmıştı. Değnekle zor yürüyorlardı. Üçüncü güzelin yeğenini alıp mantar çorbasına geleceklerdi.
Dizler sıkletlerini çekmiyordu. İki adımda duraklıyorlardı. Biri diğerine bu kadarda değildim diye dert yanıyordu. Ayakta kalsam sırtım ağrıyor. Artık sırtımın ağrısı dakikaya indi. Bir dakikada ağrı başlıyor.
Yüzleri kırışmış, ellerinin derisi sanki çekmiş buruşmuştu. Makinadan çıkmış çarşaf gibiydi. Sırtları kamburlaşmış ve küçülmüşlerdi. Eski hırkaları onlara, artık manto gibi geliyordu. Yüreğimiz 18 yaşında gibi derken sesleri titriyordu.
Hayat dediğin dert, çile ve acı. Çile ve acılar yumağı, dedi, biraz daha zayıfı. İkisinin de yeğenleri kütük altında kalmış ve rahmetli olmuşlardı. Fırsatımız olmadı neşelenmeye, sevinçle gülmeye ve yüreğimizdeki coşkuyu dışa vurmaya.
Bilemedik hayatın bizi bu kadar erken çöktüreceğini ve acımayacağını bilemedik.
Yine birlikte eve dönerlerken bütün obalı arkalarındaydı. Obaya sofraları kurdular ve mantar çorbası nostaljik olmak üzere öğle yemeğini birlikte yediler.
Yaşlı üçlü güzellere, sizin için yaşamanın anlamı nedir diye sordular. Üçlüler; İnsani değerleri unutmamak, görgü ve doğanın kurallarını kabullenmek dedi. Doğaya uygun yaşamak. Asaletini, adaletini korumak ve güvenilir olmak, dediler.
Olaylara farklı bakanlara kızmayın. Bildikleri gibi düşünsünler. Umutlarınız gerçek olsun.
Kendiliğinden böyle bir düzenleme gelenek olsun, seneye de mantar çorbası ziyafeti, diye ayrıldılar.





















