Mangalımız Dedemizden emanetti. Bakırdan yapılmıştı. Geniş, derince ve iki kulpluydu. Mangal bizim için ızgara, demekti. İçinde külüyle hazır duruyordu. Balıktan geldiğimizde, görevinin başına geçiyordu.
Sabah erken saatte, patikadan sahile inerdik. Arkadaş da kayığın bakımını yapmış olurdu. Kayığın küreklerini beraber takar ve denize sürerdik. Dağ rüzgârı sırtımızı yalarken, biz de denize açılırdık. Hava genelde serin oluyordu.ö Hatta biraz üşüsek de aldırış etmezdik.
Balık, yüzeyde gezindiği için oltaya açlığını gidermek için, kolay takılıyordu. Bu arada bulutlar kaybolmuş ve mavi sulara oltayı atmak zevk haline gelmişti. Denizin sessizliğinde oltayı atıyor ve çekiyorduk. Balık sanki kancaya takılan yemi bekliyordu. Balık zaten yem için geziniyordu.
Yeteri kadar balık yakaladığımızda, kayığı kenara çekerdik. Kayığın kenara çekilmesi dört kişi olduğumuz için kolay oluyordu. Çektikten sonra temizliyor ve örtüyorduk. Oradan araba yoluna geçer ve nineye uğrardık. Nineye balık bırakır ve eve geçerdik. Balıkları temizler, akşama mangala hazır hale getirirdik. Akşam mangal görevini yapar ve peşinden yine mangalın külünde patates pişirirdik.
Mangal işinde, komşumuzun oğlunun mahareti büyüktü. Pişirme işlevini yapar ve hiçbir şekilde küle, balığı değdirmezdi.
Bu tür birliktelikler, zor da olsa bir şekilde gerçekleşiyordu. Domates ve biber bahçenindi. Mutlu olmak yaptığın iyi işlere bağlıydı. Yoksa her şey sözde kalıyordu. Balık ziyafetinde yaylanın mantarından bahsetmemek olmazdı.
Yaylanın bu seneki otundan ve odunundan bahsettik. Yolların yapıldığını, arabanın kolaylıkla ulaşacağını konuştuk. Haberler sevindiriciydi.
Doğal mantarın lezzeti başkaydı. Mantarın yanında, bahçenin yabani otlarını almaya çalışırdık. Yalnız güneşten korunmanın hesabını yapar ve zorlandığımızda eve çekilirdik.
Yaylada mantar için mangal yerine, kara ateşte köz oluşumunu sağlar ve pişirme işlemini yapardık. Közde mantarın lezzeti de çok nefis oluyordu.
Bahçeden domates ve biber kendini gösteriyordu. Özellikle balığın yanında lezzetleri fark ediliyordu. Mangal keyfi onlarsız çıkmıyordu. Balıkların mangalda pişirilmesine, kardeşim de yardım ediyordu. Kızartmak zaman alıyor ve bütün balıklar ki en az üç, dört kilo kızartılırdı.
Balığı kara ateş yaksak da kızartabilirdik. Fakat mangalın özelliği kömürü yakması büyük pratiklik sağlamasıydı. Kızartma bittiğinde mangalı bir kenara bırakırdık. Böylece ateşi sönmüş oluyordu.
Kardeşim sarı kulakları, oltayla yakaladığını hiçbirimize inandıramamıştı.
Hasan TANRIVERDİ























