Ömrünün 40 yılı aşan bölümünü İstanbul’un Kuzguncuk semtinde geçirmiş ülkemizin ödüllü mimarlarından rahmetli Cengiz Bektaş “Bir Yerli Olmak” isimli kitabında Kuzguncuk’tan satın aldığı eski ‘sıra evi’ni onardıktan sonra semte yerleşmesini ve mahallelinin selamlaşmanın kendisine ne derece mutluluk verdiğini şöyle dile getirmektedir: “Komşularım evlerinin hiç de yabana atılamayacağını anlamışlardı. Kendi evlerinin değerleri kendi gözlerinde artmıştı. Bana da artık “deli” diye bakmıyorlardı. “Akıllı” diye selam bile veriyorlardı. Öyle seviniyordum ki, evimden çıkınca en az 15-20 kişiyle selamlaşınca.”
Bu cümlelerden hareketle diyebiliriz ki: Kuzguncuk İstanbul’da mahalle kültürünü yaşatan ender semtlerden biridir. Ve bu tespiti destekleyen birkaç beyanı sıralarsak pekiştirmiş olunur.
Semtte yaşayan bir yazar/oyuncu bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Biraz daha sığınılabilecek, kaçılabilecek, güvende hissettiğim yerdir mahalle. Esnafı tanırsınız, komşularınız vardır. Paranız olmaz esnafta alışveriş yapabilirsiniz mahallede. Bir arkadaşınızı görürsünüz belki ondan alırsınız. İstanbul’da yaşamak zor olduğundan, mahalle kültürünü seven biriyim ben. Belki de o yapı içinde büyüdüğüm içindir. Büyük binaların olduğu yerlerde yaşamayı tercih etmiyorum. Orada insanların birbirini tanımamasından kaynaklı oluşturulan suni ortak alanlarda mahalle havası oluşmuyor. Mahalledeki doğal ortam ve mahallenin tarihidir bütünleyen. Benim için insani ve tarihsel boyut önemlidir.”
İstanbul ölçeğinde bulmanın güç olduğu “merhabalaşma-selamlaşma” mahalle deyince aklımıza gelen geleneklerimizdendir. Yine Kuzguncuk’ta yaşayan bir mimar bir konuşmamızda, ofisi ve evi aynı sokakta olup aralarında sadece üç bina bulunmasına rağmen (iş yerine gitmek için kat edeceği mesafe oldukça kısa olmasına rağmen) arka sokağı dolaşarak işe gitmekte olduğunu söylemişti. Yolu uzatarak ofise gelişinin sebebini ise mahalleli ve esnaf ile merhabalaşmak olmasıydı.
Kuzguncuk’ta yaşayan bir yazar/şair ise selamlaşma kültürünün İstanbul’un başka bir yerinde bulunmadığını beyan etmişti. “Burası kendi halinde sessiz bir köy. Yurt dışında edindiğim bir alışkanlıkla sabah gördüğüm herkese günaydın derim. Bir tek Kuzguncuk’ta karşılığını alırsınız, İstanbul’da başka yerde karşılık alamazsınız. Başka semtlerde size şöyle bir bakarlar ve geçerler. Başını çevirirler. Ama burada bu güzel dileğinizin karşılığını alırsınız. Dilerim hep bu güzellikle gider.”
“Mahalle” olmanın özelliklerinde herkesin birbirini tanımasını önemli bir referans olarak alan semtte atölyesi bulunan bir heykeltıraş ise (bir bakıma özlem duyduğu geçmişteki günlerini) şu cümlelerle açıklamakta: “Herkesin herkesten haberdar olmasıdır. Kızımın 4 yaşına kadar karşı üç evde pijaması vardı. O üç evin anneleri bütün çocuklar bir evde toplanır diğer çocukların anneleri alışverişe gider. Ertesi gün çocuklar diğer eve geçer anneler yine toplanıp banka-okul-evrak işi vb. ne işleri varsa onları görmeye giderdi. Gündüz uykusu gece uykusu hepsini kaldığı evde yaşardı çocuklar. Kızım 4 gün eve gelmezdi bazen, karşı pencereden bana el sallardı o günler.”
“Eşofmanın ve cüzdanın ile gidebildiğin yere kadar olan yer mahalledir.” diyen semt sakini bir akademisyenin mahalle tanımı oldukça sıra dışı ve kayda değerdir.
Üsküdar Belediyesi kent yöneticilerinden biriyle gerçekleştirdiğim bir görüşmede, mahalleyi gettolara benzeterek İstanbul’daki mahallelerin “mahalle” olma özelliğini kaybettiği düşündüğünü aktarmıştı: “Mahalle dediğimizde birbirini tanıyan insanların derdiyle dertlenen, neşesiyle neşelenen bir arada yaşayan insanların olduğu bir toplum anlatılıyor bana göre ama burada böyle bir şey apartmanda bile yok. Dolayısıyla mahalle tanımı artık İstanbul’da özelliğini kaybetti. Sokak tanımı diyebiliriz ya da daraltılmış ya da kendini kapatmış desek daha doğru olur. Bazı sokaklar var giriyorsun dışarıya açık değil. Çıkmaz sokak değil de kendine özgü, içeriye girdiğinde bir şey bulabiliyorsun. Yahudilerin gettoları gibi, aslında kapısı var ama içeride yaşayanlar birbirlerini tanıyor herkes giremiyor. Kiracıyı kendisi belirliyor, satın almayı kendileri belirliyor, geleni gideni kendileri belirliyor. Oto kontrolü olan bir yer dersek belki mahalle olur ama onun dışında mahalle diyemeyiz.”
Kuzguncuk’ta 5 yıl yaşamış olan bendeniz, tüm bu söylenenlerin doğruluğunun altını çiziyor ve teyit ediyorum. Hatta İstanbul gibi büyük bir şehirde ikamet edip mahalle kültürünü yaşayabilmiş/deneyimlemiş şanslı (ve ender) kişilerden biri olduğumu düşünüyorum.