Patikada çantalarımızı bırakır, dereye inerdik. Elimizi yüzümüzü yıkar serinlerdik. Derenin geçtiği bu düzlüğe, “Maden yatağı” Denirdi. Maden yatağında top oynardık. Yorgun olduğumuz için, oyunumuz uzun sürmezdi. Bugün kardeşimin çantası ağırdı, pek koşamayacağı için onları yenebilirdik.
Bir öteye, bir beriye dolandım. Uzun boylu arkadaşa topu dereye yakın attım ki, ayağı takılsa ve suya düşse. Bir defasında böyle bir pozisyonda suya düştü ve gülmekten eve zor gittik. Top peşinde soluğum kesilirdi. Kardeşime oyun bozanlık etmemek için, buradayım, yoksa kenarda balıkları izlerdim. Kardeşim de “Topun peşini bırakmam.” Derdi.
Kardeşime diğer konularda olduğu gibi, top için de söz işlemiyordu. Hemen sözünü insanın ağzına tıkıyordu. Yerinde durmuyor, koşuyordu. Haklıydı, çünkü takımında başka kim oynayacak, yoksa farklı yenilirlerdi. Kardeşime top dedin mi akan sular dururdu. Maden yatağında denk geldiğinde, yılda bir de olsa oynuyoruz. Kardeşim, “Topun yörüngesinden çıkmıyorum.” Derdi. Eve gittiğimizde de yürümeye hâli kalmayacaktı.
Maden yatağında genelde top oynamaz, kenardan balıkları izlerdik. Yuvalarına giriş ve çıkışlarını gözlerdik. Zaten su soğuk olduğu için, dereye girmez, balıkların hareketini gördükçe bayram ederdik.
Çantalarımızı sırtlayacağımız anda yakınlarda oturan bir amca çıkageldi. Amca, “Dereye girmiyorsunuz, aferin balıkların yumurtlama zamanı.” Dedi. Amcaya, yukarı köyden olduğumuzu, balık tutmanın doğru olmadığını biliyoruz. Köyde muhtar balık tutmayı yasakladı. Yalnız, balıkların çoğalması için onlara yem bile attığımız hâlde, sel geldiğinde yuvalarını koruyamıyoruz. Onun için, balıklara kalıcı yuvaların yapılması gerekir. Yoksa balık çeşitliliği kalmayacak, dedik.
Amca; “Önceden derede balık kaynardı. Elektrik santralinden sonra çeşitlilik azaldı.” Dedi.
Amcaya “Buraya neden maden yatağı deniyor?” Diye sordum.
Amca “Ormanın içerisinde bir alan var ki, hiç ot bitmez. Orada maden vardır.” Dedi.
Hangi madenler olduğunu biliyor musunuz? Dedik.
Madenciler, “Üç yıl önce geldiler. Numune aldılar ve kömür.” Dediler.
Maden yatağını öğretmenimize sorduk. Öğretmenimiz, incelenmiş, yeterli kömür yokmuş, onun için, işletmeye gerek görmemişler. Öğretmenimiz, “Başka bir ülkede maden yatağına gidip film çevirmişler ve kanser olmuşlar. Haftaya doktor getireyim ve bu konuyu size anlatsın.” Dedi.
Daha önceden iyi ki, maden yatağını merak edip gitmedik. Kardeşime baktım ve maden alanını görse kesin giderdin, dedim. Kardeşim, “Aceleci bir insan değilim” dedi. Bizde güldük.
Doktor, “Kanser” hastalığını anlattı. Bu tür işletmelerde, dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Doktoru ahret sualine tuttuk. Acele etmeden akılda kalır açıklamalar yaptı. Akıl defterinize yazın dedi. Kardeşim, defteri evde unuttum deyince yine sınıf olarak güldük. Yılda kanserden ölenlerin sayılarını verdi. Sonunda Allah geçinden versin, dedi. Sayıların duyunca bayağı korktuk. Doktor anlattıkça tüylerimiz diken gibi oldu. Çok güzel anlattı. Sözünü dinletti. Bir de örmek verdi. İçimiz yandı, çok üzüldük. Dinlediğimiz için teşekkür etti. Bazı arkadaşların da bir kulağından girdi, diğerinden çıktı.
Bundan sonra maden yatağında elimizi yıkamaya dahi dere kıyısına inmedik. Yeni yol yapılınca maden yatağı hayalde kaldı. Çünkü, doğrudan köye çıkıyorduk. Yanı başımızdaki madenden haberimiz olmamıştı. Arkadaş, o kadar insan hasta olmaz dedi. Kardeşim, bilir bilmez konuşma diye ona çıkıştı.
Doktorun kanser için verdiği bilgiye öğretmenimiz de memnun olmuştu.





















