Eminönü’ne gidildiğinde Mısır Çarşısı yakınlarındaysanız mis gibi kahve kokusu sarar dört yanınızı. Bu koku sizi adeta bir mıknatıs gibi kendisine çeker.
Çay kalabalıkları kahve yalnızlığın içeceğidir denilse de, yayılan bu mis gibi Türk Kahvesi kokusu ile insan kalabalığını kahve alma kuyruğunda sıraya dizer. Bazen önünden geçerken bankalarda bulunan sıra alma makinelerinden olsa burada diye içimden geçirsem de kalabalık öyle nizami ilerler ve tükenir ki “yok yok, gerek bile yokmuş” derim.
Bu kahvecinin adı: Kurukahveci Mehmet Efendi’dir ve Kuzguncuklu Museviler için ayrıcalıklı bir yeri bulunmaktadır. Sebebine Haldun Hürel “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Açık” isimli kitabının 832. sayfasında şöyle yer vermiştir: “Özellikle Musevilerin yerleşmeyi yeğledikleri bir semt olan Kuzguncuk’ta, bu gayrimüslimlere, mezarlık alanı olarak kullanmaları için arazilerini bağışlayan ünlü Kurukahveci Mehmet Efendi, çok sevilen bir zat olmuştu. Hahambaşı da Kurukahvecinin bu iyiliği karşısında, bütün Musevilerin kahvelerini Mehmet Efendi’den almalarını isteyince, kahvecinin şanı almış yürümüş Kuzguncuk’ta.”
Hep derim yiyecek ve içecek sadece fizyolojik bir mesele/gereklilik değil sosyolojik bir meseledir.






















