Kaybolmamak için, reklam tabelalarını sayarak köşedeki kebapçıya vardığımız günleri geride bırakmıştık. Arada akşam yemeğine gittiğimiz hâlde, sanki orada anılarımızı tazelemeye ihtiyaç duyardık.
Kebapçıyla ilgili anılarımızın kaynağında, yaşanan yalnızlık vardı. Aileden yeni ayrılmışsın, büyük şehre gelmişsin. Şehrin psikolojisine yeniksin. Karın doyurmak, anıları yad etmek ve memlekete şöyle bir varıp gelmek adına kebapçıdasın.
Kebapçı da duygusal davranışlarıyla sohbete katılırken, iç dünyamızın derinliklerinde gezindiğimizi bilemezdik.
Okulumuz aile sıcaklığını bizlere hissettirmeye çalışıyordu. Öğretmenlerimiz ana ve baba gibi ruhumuzu okşayıcı sözlerle bizleri onurlandırıyordu. Düşük not alsak dahi, “Bu notu kabul etmiyorum, çok daha iyiye layıksınız,” diyorlar ve dünyalar bizim oluyordu. Bu sırada memleket hasreti de biterken, şehrin psikolojik baskısı üzerimizden kalkıyordu.
Öğretmenlerimizin bilgi birikimi ve formasyonu kolaylıkla elde edilecek cinsten değildi. Bu anlayış da bizlere, düzenli çalışma ve güven duygusu kazandırıyordu.
Aile özleminin yerini sınıf içi çalışmalarımız ve derslerle ilgili yorumlarımız almıştı. Bu tür çalışmalarımız öğretmenlerimiz tarafından da taktirle karşılanırdı. Derslerde ödevlerimiz için “Aferin” almak da bize itici güç oluyordu.
Bazı günler, ana kuzusu gibi, öksüz kaldığımız da oluyordu. Bu günler genelde, tatil günleriydi. Özellikle bayramlarda, içimiz “Cız” ediyordu. Büyüklerini kaybetmiş arkadaşların garip duruşuna bakıp daha çok hüzünleniyorduk.
Çaresizliğimizi yönetimin sıcaklığı, büyük ölçüde gideriyordu. Sanat tarihi konularını yaparak yaşayarak öğrenmek üzere, tarihi eserleri ziyarete gidiyorduk. Tarihi eserlerin efsunkâr havası bizi adeta büyülüyor ve sersemletiyordu.
Eserlerin muhteşem güzelliği karşısında, aile hasretinin yarattığı derin uçurumu dolduruyorduk.
Yağmurlu bir havanın akşam saatlerinde, kebapçıya gittik. Havalar dengesiz gidiyordu. Bastırma yaz kendini hissettirmemişti. Bu gidişle kışa erken girecektik.
Kebapçıya; Adana, Adana, Urfa, Urfa ve ilk defa gelen arkadaşımız, “Ordu” dedi. Hep beraber güldük. Kebap çeşidini söylüyoruz, vilayetimizin adını değil, dedik. Beraber tekrar güldük. “Ordu” kebabını dilimize doladık. Çok zaman arkadaşlar arasında espri konusu yaptık.
Hayat kurallarını koymuştu, çalışıp başaracaktık. Başka hiçbir şansımız yoktu. Onun için öncelikle derslerimiz geliyordu.
Çapa Yüksek Öğretmen Okulundan mezun olduktan sonra, okulun yetişmemize olan katkısını çok iyi anladık ve her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Mezun olduğumuz gün, yine “Ordu” diyecektik ama köşedeki kebapçı da okulumuz gibi kapanmıştı.






















