Kıyamet emarelerini okuduğumda, özellikle bir madde dikkatimi çekmişti.
O sıralar henüz yeni evliydim.
Karnım da burumdaydı.
Emarelerin o maddesine gözüm takılınca,
“Bu nasıl olur?”
“Hangi evlat ana babasını tanımaz ki?”
Karnımı okşayarak eşime sevgiyle bir gülüş uzatmıştım.
“Sevgiyle, şevkatle, iyi yetiştirince öyle bir tanır ki bizi… Değil mi aşkım?”
Diye sormuş, birbirimizi onaylamıştık.
9 ay sonra bir kızımız olmuştu.
Sevgilerin en yücesini sunmuştuk ona.
Gözümüzden dahi esirgemiştik, onu yetiştirirken. Süt dışı çekilse biz ana baba sanki kızımız ameliyata gidiyor, gibi duygu seli olurduk.
Tam 28 sene ona “Bebiş” demiştik.
Yediği önünde, yemediği ardında, giymedikleri fakir fukaranın dolaplarındaydı…
Gün geldi yuvadan uçmuş bir guguk kuşu yavrusu olmuştu.
Şimdi o vefasız evlat, tam 13 sene ne anayı, ne babayı tanıyor!..
Oysa hızla, su gibi akıp geçen yıllara inat:
Yaşarken iyi, güzel, sevgi, saygı dolu, mutlu anılar biriktirince insanın asla ve asla,
“Keşkeleri de olmaz.”
Demek ki, kıyamet yaklaşmış.
Şimdi sizler de merak ettiniz değil mi?
Neydi o kıyamet emaresi?
Yazayım efendim:
“Evlat ana babayı tanımayınca…”
Emine Pişiren/ Kocaeli





















