Asgari ücrete yapılan zam ne işçiye nefes oluyor ne işverene umut… Sorun rakamda değil, sistemin kendisinde.
“Kepçeyle verip, kaşıkla almak” tam da yaşadığımız düzenin özeti.
Önce karşı tarafa küçük bir maddi rahatlık sunulur, ardından onun elindekinin fazlası geri alınır. Klasik patron hareketi deriz ama bugün bu yöntem neredeyse bir ekonomi politikası haline gelmiş durumda.
Asgari ücret zammı ne işçi için umut ne de işveren için çözüm.
İşçi; yüksek enflasyon ve geçinilemeyen bir ekonomiyle baş başa bırakılıyor.
İşveren ise artan maaşlarla birlikte SGK ve vergi yükü altında eziliyor.
Artık labirentin üstünden bakamaz hale geldik. Girişten bakıyoruz, “Bu yoldan çıkarız” diyoruz ama her seferinde dönüp dolaşıp çıkmaz sokağa giriyoruz.
Asgari ücretlinin ve emeklinin geçinememe gerçeği ise hâlâ görmezden geliniyor. Sorun, bu kesimlerin yüksek ücret talep etmesi değil; tek başına bir geçim politikasına dönüştürülmüş olmalarıdır.
Asgari Ücret ve Emeklinin Tanımı Ne Olmalı?
Ev kirasını zorlanmadan ödeyebilmeli.
Temel gıdaya, özellikle et ve tavuğa rahatça ulaşabilmeli.
Yaş almış ama hâlâ çalışmaya mecbur bırakılmamalı.
Mesele sadece asgari ücret değildir.
Vergi sistemi, kira piyasası ve sosyal destekler… Bunlar bir üç saç ayağı gibidir; biri aksadığında yük doğrudan asgari ücretin sırtına biner.
Gıda ve enerji fiyatları öngörüsüz.
Vergiler yüksek; neredeyse “nefes vergisi” alınacak noktadayız.
Kira piyasası tamamen kontrolsüz.
Bu alanlarda çözüm üretilmedikçe, “Asgari ücret kaç lira olmalı?” sorusu da anlamını yitiriyor. Asıl mesele, asgari ücretin sistem içinde üstlenmek zorunda bırakıldığı aşırı roldür.
Ekonomik sıkıntılar yalnızca cüzdanı değil, hayatın kendisini de tüketiyor.
Geçim derdiyle boğuşurken güneşin doğuşunu, denizin ışıltısını ıskalayan milyonlar var.
Sorun sistemde.
Adil ücret dağılımı olmayan, eşit hizmetlerden faydalanamayan bir toplum haline geldik.
Bu kadar sıkıntı yaşayan bir toplumun akıl ve beden sağlığı yerinde olabilir mi?
2025 Yılına Dair Son Sözlerim
Bu sabah yine bir kadın cinayeti haberiyle uyandık.
Kadına şiddetin “olağan” hale gelmesi için daha kaç yıl geçmesini bekleyeceğiz?
Kışın, insanların ve hayvanların üşümediği bir ülke nasıl olacağız?
Hastane randevularının bir yıl sonrasına verilmesini nasıl durduracağız?
Liyakat sistemine olan özlemimiz bitecek mi?
Sandıkta verdiğimiz oylarla seçtiğimiz liderlerin haksızlıkları son bulacak mı?
İki kişinin dudağı arasına sıkışmış siyaset anlayışı değişecek mi?
Eğitimde ve sosyal hayatta eşit fırsatlar doğacak mı?
Geçim derdi azalacak mı?
Haksız kazançla lüks hayat sürenlerin bir bedeli olacak mı?
Vatandaşın sırtındaki ağır vergi yükü hafifleyecek mi?
2025 yılında adil olmayan o kadar çok şey gördüm ki…
İki yüzlü insanlar var sanırdım.
Meğerse beş yüzlüleri de varmış.
Kendime bir söz verdim:
Beş yüzlüleri hayatımdan çıkarıp, “az insan, çok huzur” mottosuyla devam edeceğim.
Her geçen yılın bir öncekini aratması çok acı.
Dilerim keşkelerin az, iyikilerin çok olduğu yıllarımız olur.






















