Televizyonlardaki bazı belgesellerden etkilenmemek mümkün değil. Bu tür belgesellerin çekimlerini ve kullanılan tekniği beğeniyorum. Görüntüler zaten bir harika. Çok güzel, nasıl çekiyorlar, nereden bu güzellikleri buluyorlar diye sormadan edemiyorum.
Belgesel başladığında, ilk tanıtım cümlesi “Bir ırmak ki, hiçbir canlının yaşamadığı.” Şeklindeydi. Hiçbir canlının yaşamadığı deyince, zihnimde çeşitli bilgiler sıralandı. Acaba kelime oyunu mu? Dedim. Bir ırmak ve canlı yaşamıyor. Canlılığın ortamı su olduğu hâlde, yaşama ortamı sağlamayan bir ırmak. Canlıyı yaşatmayan su topluluğu.
Bir dakika ara ama beynim allak bullak oldu. Nasıl bir nehir ki, canlı yaşamaz. Galiba çözüm yolu buldum. Akarsu geçtiği yerlerden aldığı zehirli maddelerden dolayı canlıların yaşamasına imkân vermiyor. Fakat zehir suyun ulaştığı her noktada etkili olabilir mi?
Suyun geçtiği bölgelerde zehirli atıkların katılmasıyla su, canlılık alemini kaybedebilir. Trakya’daki “Ergene nehri” gibi. Fabrika atıkları, kentsel atıklar da suyu zehirli hâle getirebilirdi.
Böyle düşünceye dalmışken, yeşilliğin içerisinde net bir akarsu, gözlerime ilişti. Ormanın arasında parlayan masmavi bir boncuk, gibi. Bir akarsu ve masmavi bir boncuk! Bu boncukta canlı yaşayamıyor.
Masmavi boncuktan çıkan, buhar. Birbirine tezat gibi görünse de çok güzel bir kompozisyon. Gökyüzünde çok az dalgalanmış bulutlar misali. Boncuğu açığa çıkaran yeşillik, ağaçların dallanması olaya farklı bir değer katıyor.
Canlının yaşamadığı akarsuyu açıklıyor, akarsu kaynıyor deyince, soluk almayı unutmuşum. Evet akarsu kaynıyordu. Çıkan buhar kaynayan suya aitti. Su kaynıyordu fakat öyle az bir su değil, bir nehirdi kaynayan. Nehir, ormanın içinden akıyor ve buharını atmosfere veriyordu. Böyle bir suda canlı olur mu? Diye düşündüm ve bazı bakteriler de herhâlde yaşamıyor, dedim.
Canlının yaşamadığı bu nehir, amazonun bir kolu. Etkilenmemek mümkün değil. Sonra ırmak, gidiyor ve bulanık bir başka kol ile birleşiyor. Kaynayan ırmağın suyu çok temiz. Su parıldıyor. Dibinde bile toz toprak yok. Hatta nehrin kenarlarında bile canlı göremedim.
Bir canlı bilmeden suya girse haşlanmış olarak çıkar. İnsan kayıkta gezmeye korkar. Çevresindeki köylerden insanları gösterdi ve diyorlar ki, ırmağın suyu ilaç. Hastalıklarımızı iyileştiriyor. Suya doğrudan giremiyorlar. Yıkanmak isteseler, aldıkları suyun, dışarıda soğumasını beklemeleri gerekiyor.
Çamurlu bir kolun geçtiği ormanlarda ağaçları kesmişler. Yağmur ormanlarının çevresinde yaşayanlar da herhâlde bize benzedi. Demek ki, bu bir hastalık. Ormanları kesersen ne olur. Doğanın dengesi değişir.
Bu günlerde doğayı tahrip etmenin nelere mal olduğu görülüyor. Fakat ders alan çıkmıyor. Başınıza neler geleceğini yakında göreceksiniz.
Kaynayan nehir ile ilgili çok çeşitli ve tipik bilgilerin olduğuna inanıyorum. Suyun kaynaması ise, yer kürenin katmanlarından gelen sular, magmaya çok yaklaşıyor ve kaynayarak yer yüzeyine çıkıyor.
İlginç olan, nehir kadar suyun ısınmasıdır. Bunun için nehrin içi ve dışı canlıyı barındırmıyor. Su çok güzel akıyor. Bence böyle bir doğa harikasının görülmesi gerekir.
Doğa harikası yöreler tekrar gösterilmeli ki, insanlar ders alsın.





















