“Bir memur ailesinin çocuğu olarak Anadolu kentlerini bilirim. Çocukluğumun bir kısmı bu kentlerde geçti. Ancak çocukluğumdaki kentli, Anadolulu ailelerin Müslümanlığıyla bugünkü İslami kesimin yaşam tarzı arasında önemli farklar olduğunu düşünüyorum.” Binnaz Toprak yazdı:
Örnek olarak, çok yakından tanıdığım Giresunlu geniş aileyi gösterebilirim. Bu ailede beş vakit namaz kılanlar olduğu gibi, hayatında hiç namaz kılmamış olanlar da vardır. Çoğu ramazanda oruç tutar. Hepsi mevlitlere katılır, ramazan sonrası fitrelerini verir, mezarlıklarda ölmüşlerinin ruhuna Fatiha okurlar. Kadınlarının hemen hepsinin başı açıktır. Gençliklerinde mini etek de bikini de giyerlerdi. Ancak sokağa çıktıklarında başını örten aile büyüklerini hiçbiri yadırgamazdı. Özetle, hepsi inançlı insanlardır, çoğu ibadetlerini yerine getirir ancak yaşam tarzları laiktir.
Gelin hanım üzülmesin
Bu ailenin fertlerinden birinden duyduğum 1930’lu yıllardan bir hikâye, şehirli Müslümanlığın o hoşgörülü tavrını çok iyi anlatıyor: Dedeleri eve döndüğünde, yeni evli genç bir kadın olan anneleri, arkadaşlarıyla sigara içip iskambil oynarken, gelin hanım kendisine yakalanırsa mahcup olur diye, avlunun dış kapısından içeri girmeden birkaç kez öksürmeyi âdet edinmişmiş. Bana gelecek okuyucu mektupları arasında, kalıbımı basarım ki, bu hanımı mı Müslümanlara örnek gösterdiğimi söyleyenler çıkacaktır. Hiç zahmet etmesinler, hemen cevaplayayım: Aksatmadan hayatı boyunca oruç tutup namaz kıldığı gibi, iki kez hacca da gitti. Bu örneklerin ısrarla yazılması lazım çünkü bana öyle geliyor ki günümüzün İslami kesiminin bir kısmının tahayyülünde, laik yaşam tarzını benimsemiş insanların dindarlığına şüpheyle bakan damar var. Tıpkı, laiklerden bir kısmının İslami yaşam tarzını benimsemiş herkesi ‘yobaz’ zannetmesi gibi.
Çocukluğumun ilkokullarında ‘Kutlu Doğum Haftası’ diye bir etkinlik yoktu. O zamanın Müslümanları, Hz. Muhammed’in hayatını anlatan Süleyman Çelebi’nin on beşinci yüzyıldan beri okutulan Türkçe mevlidiyle yetinirlerdi. Anlaşılan o dönemde, Hıristiyanların Noel’ine özenip, peygamberin doğum gününü kutlama hevesi hiç kimsenin aklına gelmemişti. Kentlerde sekiz, dokuz, on yaşındaki kız çocukları tesettüre sokulmazdı. Namazında niyazında, kendi halinde Müslüman erkeklerin bazıları rakı da içerlerdi. Kendileri içmediği için başkalarına da içki içirtmeyen, içki yasağı uygulayan belediye başkanlarına rastlanmazdı. Ramazanlarda acıkıp da oruç tutanların yanında bir şeyler yemek için izin istediğinizde, “Aman, evladım, estağfurullah, biz orucumuzu Allah için tutuyoruz, başkaları için değil” denirdi. Şimdiki gibi, ramazanda açıkta yemek yediniz diye dayak atan yoktu.
Bu topraklarda dinini farklı yaşayan, inancı bir kimlik meselesine dönüştürmeden gerçek Müslüman öğretideki gibi Allah’la kul arasında bir ilişki olarak gören, kentli Müslümanlığın o gürültüsüz, mahrem algısı bir zamanlar yaygındı. Giderek kayboluyor. Tüm bu çokkültürlülük ve hoşgörü söylemlerinin aksine, Müslümanlık da tektipleştiriliyor. Bu dönüşüme, “Müslümanlık, Kemalist ideolojinin yerini alıyor” diyebiliriz. Garip olan, tektipleştirici ideolojilere karşı olan liberallerimizin ve mütedeyyin yazarlarımızın, bu yeni tektipleştirmeden hiç rahatsız olmamaları.