Köylüler, orman işçisi olarak çalışıyordu. Ali de askerden sonra, ormanın yolunu tutmuştu.
Ali, fiziğinin avantajını kullanıyordu. Uzun boylu ve kaslı bir yapıya sahipti. Ailenin tek çocuğuydu. Siyah saçları her zaman asker kesimiydi. Yüzü güneş yanığı ve elleri çarığın derisine benzerdi. Gözleri iriydi ve kulakları kepçe gibiydi. Düzgün bir görünüşü yoktu. Acınacak haldeydi.
Ali, işaretlenen ağaçları, tomruk haline getirip kabuklarını soyuyor ve dere yatağına yuvarlıyordu. Bu işleri yaparken, mühendislere imreniyordu.
Okuyacak durumumuz olsaydı, mühendis olurdum, diyordu. Köyde örnek alacağım kimse kalmadı. İmkanlarımız da elvermeyince, okumak söz konusu değildi. Orman köylüsü olarak çevrenin düzenlenmesinde çalışıyoruz. Çünkü, Kara tepede çalışmak, gelenek haline gelmişti.
Ali iki gündür teyze oğlu Adem’le beraberdi. Âdem, önce Karatepe’yi sonra köyü terk edenlerdendi. Almanya’ya gitmek için her gün şehirde kalmıştı. Bir şekilde umutları gerçekleşmişti. Bir hafta olmuştu Almanya’dan geleli. Arabanın anahtarı elinden düşmüyordu. Anlattıkları Ali’ye anlamlı geliyordu. Çalışma şartları uygun ve ayrıca fabrika, kalmak için yer de sağlıyordu.
Ali konuyu ailesine nasıl açacaktı. Babası onu baş göz etsin ve torun sahibi olsundu. Hayatlarının yönünün değişeceğini savunan Ali, babasından bir iki yıllığına izin istedi. Baba elindeki değnekle yeri eşelerken, “desene ahırda bir inek daha eksilecek,” dedi.
Ademe bakarak, Alman’ı yorumlayan Ali, çelişkilerden kurtulamıyor ve iç dünyasındaki patlamalara engel olamıyordu. Yalnız Ali bir yıl sonra Âdem gibi elinde arabasının anahtarıyla gezer olacaktı. Âdem teyzesini ziyarete geldi ve Ali için izin istedi. Çalıştığım fabrikaya alacağım ve çok iyi şartlarda iş görecek, dedi.
Baba, anlattıkların güzel ama bizi nasıl yalnız koyacaksın. Bu yaştan sonra orman gibi gençleşecek durumumuz da olmayacağına göre, gitme işini bir defa daha düşün bakalım, dedi.
Ali patikadan köy yoluna çıktığında, Âdem arabayla bekliyordu. Ali’nin valizini bir şekilde sığdırdılar. Araba turşu kokuyordu. Ali, Almanya’ya turşumu gider? Diye sordu.
İlk günler Ali için kolay geçmedi. Karatepe burnunda tütüyordu. Tomruklar soyuluyor ve dere yatağına yuvarlanıyordu. Derenin suyunda kana kana içerken, ana ve babasını düşünüyordu. “Onları yalnız bırakamam” diyordu.
Fabrikada kavak ağaçları sonuçta kâğıt oluyordu. Tomruklar el değmeden soyuluyor ve koca ağaç gövdeleri hamur haline geliyordu. Dere boyundaki kavaklar geçti gözünün önünden. Köyümüzün kavakları da kâğıt olsaydı, diye dert yandı.
İki yıl sonraki iznini iple çekiyordu. Annesini mektupsuz bırakmıyordu. Burada şartlarım çok iyi, yalnız kapalı yerde kalmak sıkıcı, diyordu.
Köyünün yollarının da burada olduğu gibi geniş, asfalt ve çevrenin düzeni park gibi olsaydı. Orman alanları zarar görmeseydi, diyordu.
Ali için izin günleri yaklaşmıştı. Bir ay izinli sayılacaktı. Kendine araba almıştı. Artık Ali de yaya değildi.
Karatepe Ali’yi bekliyor diye kontağı açtı. Köyüne ve ailesine, kavuşmak için direksiyon salladı. Köyde ayak basmadığı yer kalmadı. Ormanda işçileri ziyaret etti. Dere boyunca rastladığı kavak ağaçlarının değerini anlattı. İzin süresince, kavak dedi ve kavak işitti.
Köyde “kavak Ali” olarak anıldı.
Hasan TANRIVERDİ























