Kardeş dedeler ormanın gölgesindeki bağ evlerinde otururlardı. Yılların etkilediği sosyal ve fiziksel değişimlere rağmen, hiçbir şekilde birbirlerine uyumlu değillerdi.
Dedelerin iç ve dış etkiler karşısındaki tutumları, kendilerine hastı. İki kardeş arasında yaş farkı olmadığı için, onları görenler ikiz zannederdi. Kendisiyle kavgalı olan bir kişinin, kardeşine hayırlı rüya görmeyeceği açıktır. Birbirlerini küçümser, selam dahi vermezlerdi. Yıllar ılık esintilerini ormanın çıkışında bırakmış ve onların pencerelerine ulaştırmamıştı. Yalnız pazarda aynı tahta üzerinde, sebzelerini satarlardı.
Duygusal esintiyi içlerine almamış olan dedelerin samimiyeti körelmişti. Bu körelme Allahtan çocuk ve torunlarına sirayet etmemişti. Karakter uyuşmazlığı en ileri safhadaydı. Bağ ve bahçeleri ayrıydı. İnadına aynı sebzeyi bile ekmezlerdi.
Emekli olduktan sonra da huysuzlukları devam etti. Belleğimizde çerçeveli bir tablo gibi sabit resimleri bulunmazdı. Beden sağlıklarının iyiliğinden bahsedilse de ruhları için aynı şeyi söylemek doğru değildi. Ruhen çökmüş yıkıntı içindeydiler. Çöplük karıştıran kargalar gibi biri kalkar diğeri konardı.
Geçmiş olayları zaman aşımına uğratmayı düşünmüyorlardı. Hatta onlara bir şeyler de ekleyip laflarını sıralıyorlardı. Olgun olma ve ahlak prensiplerinin yakınından asla geçmiyorlardı. Kendilerine karşı gösterdikleri davranışı yabancıya karşı da aynen uyguluyorlardı.
Çakalı eğitsen de tavşanı gördüğünde, saldırmasına engel olamazsın.
Ortak anıları konuşmazlar, ekşimiş buz gibi bir suratla laf ebeliği yaparlardı. Çalıştıkları devlet dairesinde hiç mi beraber müdürlerle pazar denetimine çıkmamışlardı. Pazar dışında satış yapanların el arabalarını kamyonete atıp götürmemişlerdi.
Çalışma hayatının analizini yaparsak, işin içinden çıkılamayacak, birçok psikolojik bozukluklar kendini ele verecektir. Öyle ki, bahçedeki fidanların verimsiz olmalarını, biri kurak geçen havaya bağlarken, diğeri yağmurun zamanında yağmaması, görüşünü ileri sürerdi. Bahçeye attıkları gübrenin kalitesinde de görüşleri aynı değil, farklı savunma yaparlardı.
İnsanlar kardeş dedelerle arasına bir sınır koyarlardı. Selam verip geçenler, mutluydular. Çünkü dedelerden laf işitmemek, konuşmamalarına bağlıydı. Kısacası dedenin birini dahi görsen, bakmadan yoluna devam etmelisin.
Dedeler hesabını karıştıran bakkal gibi olaylar karşısında davranışlarını kontrol edemezdi. Onun için selam dahi verenlere de çokça laf atarlardı. Alaca karanlıkta iğne ipliğin seçilememesi gibi ne zaman ne yapacakları belli olmazdı.
Geçmişi unutmuş görünürlerdi, geleceği de hesaba katmazlardı. Ayrıca toplum içerisine de giremezler, konuşmazlar her zaman çökmüş bir anlayış sergilerlerdi. Karşılaştıkları kişiye kimsenin bilmediği bir hikâyeyi anlatıyorlardı. Çünkü böyle bir hikâye anlatmak kolaydı, nasılsa kimse bilmiyordu. Yabancı ülkeye gitmiş birinin gezip gördüklerini anlatmasının rahatlığı gibi.
Sis içerisinde kalmış bir dağ kasabası gibi, lambalarını yaksalar da aydınlık sağlayamıyorlardı.
Yapılan hataları anıları arasına da almıyorlardı.






















