Sırtındaki çantasının püskülleri sakalları gibi kahverengiydi. Çehresi yorgunluktan iyice kızarmıştı. Sert profili ve esmer derisiyle işini ciddi yapıyor imajını veriyordu. Alnı çıkıntılıydı. Çehresi hafif gülümser bir davranış sergiliyordu. Normal boylu ve kiloluydu. Konuşmalarında nazik olma eğilimi yatıyordu. Komik hareketlerle çimene uzandı. Obadaki çeşmenin yanına çöktü. “Epeyce yürüme patikanız var ama doğa harika,” Dedi.
Günlerce beklediğimiz dağcı gelmişti. Kıyafetine bakarsan dağcılığa yakışmıyor diyen arkadaşlar da oldu. Dağcıyı; memleketinde görev yapan, obamızdan bir öğretmen ağabeyi davet etmişti. Ağabeyi, dağcıya karanlık kaya için ayyuka çıkan söylentileri de anlatmıştı.
Karanlık kaya “Bir tür bilmeceydi. İnanılmaz, anlaşılmaz olaylar.”
Karanlık kaya için “Çıkarsın ulaşamazsın, ulaşırsın dönemezsin.” Diyorlardı.
Söylentiye aldırmayıp ulaşır ve kayanın sırrını çözerim diyenlerden biri felç yatıyor. Bir başkası ise kayanın dibinde kaybolmuş. Diğeri ise kayayı saran su kuyusuna uçmuş, gibi uçuk kaçık laflarla yürekleri ağızlara getiriyorlardı. Onun için karanlık kayaya gitmeye kimse bugüne kadar yanaşmamıştır. Hatta, cesaret edememişti. Kaya ile ilgili hikâyeler anlatıldıkça, sanki içindeki korku yüzüne vuruyordu. O anlarda sararmış ve ne diyeceğinde bir an için tereddüt etmişti. Çünkü obadan onunla ayaktaş kimse gitmeyecekti. Bu durum konu bile değildi. Geçmişteki başarılarına göre karanlık kayayı değerlendirirse doğruya şans eseri varırdı.
Akıllı insan korkar, dağcı hangi akıllıya uymuş ve söz vermişse kara taşın esrarını çözeceğim diye, yarın sabah yola çıkacaktı. Onu gereği gibi misafir ettik, yattı. Herkesin gözüne bakarak karanlık kayaya çıkacağını söylüyordu. Bizimle alay mı ediyor, yoksa aklını mı kaçırdı, diye de düşündük. Küçük yuvarlak fıldır fıldır dönen gözleri aklının başında olduğunu gösteriyordu.
Doğa yabandı ona. Ormanın sessizliği sanki karanlık kaya ile hayaletlere göz kulak oluyordu. Kayanın etrafında mucizevi suyu olan bir kuyu vardı. Kuyunun da varlığı kayaya esrarengiz bir hava katıyordu.
Dağcıya, “Karanlık kayada felaket geliyorum demez, felaket gelir.” Dedik. Belki de yanılıyoruz, olayı çözebilirsen büyük bir korkuyu yöreden sileceksin. Karanlık kayanın olduğu semte kimse gitmez.
Kaya için söylentiler, hayal olmaktan çıkmış, gerçek hâline gelmişti. Çoban kuzularını kaybetmiş ve aramak için kayaya yaklaştığında, elektriğe çarpılmış gibi yanmış kararmıştı. Kimi kayaya yaslanmış uyurken çarpıldı, kimi de kayaya ellerini dokunduğunda yandı diye yorumluyorlar.
Kuşluk vakti obadan uğurladığımız dağcıyı yalnız ormanın patikasına arkadaş yolcu etti. Dağcı sesleniyor ama dediği anlaşılmıyordu. Elindeki değneği sallıyordu. O anda dağcıyı “Geri dönmeyecek adam” olarak nitelendirdik. Arkadaşımız da su kuyusuna mı düşer, ormanda mı kaybolur veya çarpılır mı bilinmez dedi.
Arkadaş “Dağcı atıp tutuyor,” Dedi. Tırmandığı tepeleri, yabancı ülkelerdeki kayaları saydı. Onun söylediklerini ben de anlatırım. Ülkelerin sıra dağlarını saymak yeterli. Kayanın fotoğraflarını çekip kartpostal yapacakmış.
Karanlık kaya kartpostalları esasında çok güzel de olur. Ormana girdiğinde esrarengiz bir havaya girmiş. Değneği sallayıp “Orman benden korksun” dermiş. Değneğini havada sallarken gördük ve o gidiş son gidiş, bir daha haber bile alamadık.
Obada mehtaplı bir hava vardı. Karanlık kayaya bir sır daha eklendi diye söyledik ve güldük. Dağcıyı düşünmeğe değer bulmadık. Ciddi değildi. Ciddi olmayan davranışlar, bizde olumsuz kaygılar yaratmıştı. Acaba niçin geldi diye düşünmeye başladık.
Karanlık kayaya karanlıkta değnek sallamanın bir alemi yoktu. Karanlık kayadan ve kayada bizden etkilenmiyordu. Güvensiz bir havayı dağıtacak çapta değildi. Bizi aydınlatacak bir bilgiyle döneceğine inanmadık.
Dağcının gidişinden sonra aradan geçen yıllara rağmen onu hiçbir şekilde konu etmedik. Onun peşinden dağcıda kayboldu. Karanlık kaya onu da yuttu diye çıkaralım dedik.
Karanlık kayayı obadan seyretmeye devam ediyorduk.





















