Belki bir arada sanırsınız onları. Kâh bir yol boyu, kâh uçsuz bucaksız bir merada.
Yanından, yakınından geçerken tarifi mümkün olmayan hisler kaplar sizi. Fakat durup koparmazsınız. Sanki dokunulmazlığı varmış gibi.
Ne evde yetiştirilebilir, ne bir çiçekçide görürsünüz.
O, bulunduğu yerin temsilcisidir.
Diğer çiçeklere ve bitkilere benzemez. Vazo süslemek gibi vazifesi yoktur. Bütün ömrü doğduğu yerdedir.
Kimse dokunmadığı için beğenilmiyor sanılmasın. Nedense kimsenin içinden gelmez onları koparmak. Bu kokusu olmadığından değil de nazik bir bünyeye sahip olmasından. Çünkü ilk koparıldığı andan sonra hızla kaybeder özelliğini. Siz onları daha evlerinize getirmeden, solmuştur bile.
Özel bir süs bitkisi değildir. O çok özel “his” bitkisidir.
Çok önceleri “Kara sevda” ilacı yapılırmış onlardan. Hani sevdikleri halde bir araya gelemeyenlerin tutulduğu hastalık. Yine eskilerin ifadesiyle “İnce hastalık” diye bilinen derde duçar olanlar için ilaç yapılırmış.
Ne dalından koparılıp evlerde saklanır, ne de evlerde yetiştirilir. Çünkü o bir nevi “hürriyet” çiçeğidir. En sert rüzgârla karşı koyar, yağmurda ıslanır ama evlere hapsolmaz.
Ne sulanır, ne ilaçlanır…
Onun ilacı da suyu da ayrılıktır.
Hüzündür…
Yalnızlıktır…
Sevgidir, sevdadır…
O bazen kalabalıklar içinde “yalnız”, bazen de tek başına “kalabalık” bir çiçektir.
Ondan uykusuzluk için ilaç yapıldığı da olmuştur.
Kendisi huzurlu bir ortamda olmasa bile uykusuzluk çekenlere ilaç ondan yapılır. Sanki uykusuzluğu en iyi o anlar diye…
Bakmayın dışının renkli olduğuna. Her “gelincik” çiçeğini içi siyahtır.
Yani karadır…
Yaradır…
Sevgililer arası aradır.
Her “gelincik” tek başına bir hikâyedir.
Her “gelincik” hikâyesinin tek kahramanıdır.
Bakmayın bazen kalabalık göründüklerine. Onların birbirleriyle sohbetlerinin konusu aynıdır hep. Sohbetin konusu mu?
İçinde kara ve yara olan neleri konuşur ki?
Anladınız değil mi?
Öyle işte…