Kır çiçeklerini, koklamak için patikadayım. Belki de ruhen huzur bulmak adına yürüyorum.
İncecikten nağmeleri andıran, bir esintiyle, karşıma çıkan ilk ağacın dibine oturdum. Papatyalar sarı çiçeklerle yarışırcasına, boy atmışlardı. Doğanın sessizliği içime yansırken, tedirgindim.
Güneşin parlaklığı ve mavi gökyüzü için, güzel bir gün, dedim.
Patikadan geçen iri köpeği görünce irkildim. Fakat sevgiyle kuyruk sallayınca, yüzüm güldü ve “karabaş” çıktı ağzımdan. Sevginin eseri, gel diye işaret ettim, karabaş gel. Kuyruğunu sallayarak yaklaştı ve iki kez havladı. Geri döndü ve ormana girdi. Peşinden baktım, tekrar çıkıp iki kez havladı. Yaklaştım.
Yüreğim hopladı, içimin burulmasına rağmen, karabaşın peşinden, dallara tutunarak ormana girdim. Karabaş kafasını çevirip bakıyordu. Yürüdüm.
Karabaş ilerledi ve yine, iki kez havladı. Boylu boyunca yatan ağacı ve altından gelen acı inlemeyi duydum. Acı o kadar büyüktü ki, kadının ağzından köpükler çıkmıştı. Heyecanlandım.
Doğayla ilgili, niyetimden, nerelere evrilmiştim. Dalların altındaki kadın ırganamıyor ve yere uzanmış haldeydi. Kendinde değildi, karabaş havlıyor, fakat kadın gözünü açamıyordu.
İçim ürperdi, titredim ve heyecandan elim ayağım buz kesti. Çünkü çırpınma gibi kurtulma çabası içerisinde değildi. Ne yapacağını şaşırdım, üzerindeki ağaca bakmakla yetindim.
Ağaç ve kadın, iki canlı uzanmış hareketsiz yatıyordu. Ağacı diğer ağaçlar duyuyordur, ama kadının iniltisini, karabaş fark etmişti. Yıkılmış ağacın gözyaşı, herhalde, yere damlayan sıvıydı. Her ikisinin çektiğini kelimeler ifade edemezdi.
Kadının nabzı atıyor fakat göz yaşı kurumuştu. Durumu iyi görünmüyordu. Çocukları yaklaşıyor ve sis içinde kayboluyor, gibiydi. Karabaşın sesine gözünü açtı ve su diyebildi. Doğa harikasında acılara boğulan kadın. Yaklaştım.
Pusulasını kaybetmiş ve yaşam savaşı veren kadın, bu duruma nasıl düşmüştü. Nabzı yavaştı, belli ki kalbi direniyordu. Köpeğinin havlaması, içini ısıtıyor ve sevgiden yoksun bırakmıyordu. Gücünü yitirdiği, aklıma düştü, panikledim ve kendimi unuttum.
Kadının bedenini, dallar örümcek ağı gibi sarmış ve her şeyini yitirmiş görünüyordu.
Kadın, gecenin ayazında, yıldız dolu bir gökyüzü, ulaşmış ve çaresizlik içerisinde, toprağın uyarıcı ellerine teslim olmuştu. Ruhunda kopan isyanı duyduğu sesler sakinleştiriyordu.
Köpeğin sesini duyuyor musun? Diye bağırdığımda, gözlerini açtı ve kapattı. Korkudan ne yapacağımı bilemedim. Karabaşın bana gelmesi gibi, obaya koşmayı düşündüm.
Seni kurtaracağız, çaresizliğin kazandırdığı bir güçle obaya koştum. Köpeğin ayrılmayacağını biliyordum, çünkü gece de onu beklemişti.
Obada komşulara da haber verdim.
Ormanda kurtarma ile ilgili, gerekli ilkel malzemeleri alanlar peşimden geldi. Su bidonu, hızar, balta, ipler ve merdiven ile peşimden annem ve babam geldiler.
Bu defa bir gurup insanla, ormana girdik. Gözlerini bize dikmiş ve kuyruğunu sallayan karabaşa geldik, sahibini kurtaracağız, dedim.
Babam komşuyla, ağacın gövde ve dallarını kesti. Dalları kadına zarar vermeyecek şekilde çektik. Kadını açıkta bıraktık. Annem bir anda bağırdı. Nedeni de kadın obamızdan Aka’nın hanımıymış ama ben tanımıyordum.
Annem bacak ve kollarını uzattı, başını doğrulttu. Onunla konuşmaya başladı. Başını hafif kaldırdı ve suyunu içirdi. Seni kurtaracağız, dedi.
Merdivene battaniyeyi serdik, yatırdık, üzerini örttük ve iplerle bağladık.
Yavaş bir şekilde, kaldırıp obanın yolunu tuttuk.
Hasan TANRIVERDİ























