Kendi yeteneğini, yetkinliğini, birikimini, zenginliğini tanıyan ve bunlardaki gelişimi izleyip günün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre revize eden kentler için gelecek fırsatlarla doludur. Eğer kent sahip olduklarını küresel ölçekte rekabet edebilir ve de sürdürülebilir kılarsa başarıyı yakalayacaktır. Kentler için küresel pazarın kapısını açan anahtar; kendi yetkinliklerini ve yerel ekonomisini iyi tanımasıdır.
Kapsayıcı kent özelliğini taşıyabilmek gelişim ve yeniliklere açık olmak, bilgi ve iletişim teknolojileri ve özel sektör ile işbirliği içinde olunmasını gerektirir. Örneğin kentlerde internete erişimin hızı direnç arttırıcı bir unsurdur. Bu duruma en somut örnek, yakın zamanda tsunamiyi internetten haber alarak, evlerini zamanında terk ederek hayatta kalan insanlardır.
Kentlere olan göç dalgasının büyüklüğü bir yandan yaşam kalitesini ve kentlilik olgusunun varlığını azaltırken kaynak yetersizliğine ve yeni yatırım ihtiyaçlarına arttırır. Bir yerde yaşayanların kökleri çeşitlilik gösterse de, o yerin kimliği bir özdeşlik yaratır. Bu durumun anlam taşıyabilmesi için de o yerin tehditlere karşı savunulması gereken ki bir değer haline getirilmesi gerekir. Verilecek değer o yere bir çeşit kutsiyet yükler, güvence sağlar. Göç ile gelenler güvenli/sürekli iş ve konuta sahip olamazsa kente “yabancı” olarak kalırlar. Göçle gelenler şehrin geri kalanında dolaşımdayken eğer gidilmekte olan yer tüm sınıf ve katmanlara hizmet sunan bir yer ise (örneğin; İstanbul’da Taksim gibi) oraya gönül rahatlığıyla giderler. Eğer gidilmekte olan yer üst gelir gruplarının kullanımına açık, uzmanlaşmış işyerlerinin bulunduğu merkezler ise (örneğin; İstanbul’da Nişantaşı gibi) gitmek istemezler. Bu durumun aşılması için kaynaştırıcı önlemler alınmalıdır ki kent bilinci yeşerebilsin.
Ekonomik ve sosyal kutuplaşma ne yazık ki tüm dünyada gözlemlenmektedir. Politik tercihler sonucu toplumun koruma ve gelişimden uzaklaşılmasıyla (dolaylı yoldan da olsa) kutuplaşma ve ayrışma destek almaktadır. Kentte oluşabilecek tehditlerin en önemlilerinden biri, yaşam kalitesi olarak ortalamanın çok uzağında kalan sosyal kesimlerin oluşmasıdır. Kent saçaklarında yaşayanlar yani kente yabancı kalmış kentliler, yerel yönetim ve resmi kurumlarla ilişkilerini mümkün olan en düşük seviyede tutarlar. Okula kayıt yaptırmak için, karakol-mahkeme-hastane gibi kurumlara zorunluluk doğduğunda giderler. Kentlilerin birbirini önyargısız tanımaya çalışması, bütünleşmesi ve bunu sağlayıcı zeminin oluşturulması gereklidir. İçe kapalı, gergin ve düşmanlık duygularının beslendiği alt kültür topluluklarında sosyal yaşam kalitesinin adil dağılımı ve kentlilerin birbiri ile kaynaştırılması çok önemlidir. Düşük gelirli yurttaşların kentsel hizmetlere erişiminin kolaylaştırılması ise bu durumu pekiştirici etki yapacaktır.
Patlamalar ile tehdit alında/can güvenliği tehlikede olan bir şehirden hatta ülkeden dayanıklılık beklenemez. Güvenlik endekslerinde üst sıralarda yer almak hedeflenmeli ve stratejiler geliştirilmelidir.
Soylulaştırma sonucu ayrıştırılmış mahalleler toplumda derin yaralara yol açmaktadır. Kapsayıcı kalkınmanın gerçekleşmesinde entegre planlama önemli rol oynar. Geçmişte gecekondulara tapu tahsisi ile bir parça da olsa yoksulluktan kurtulan bu kesimin maneviyatını ve kentsel kimliğini oluşturucu öğelerin geliştirilmesi gereklidir. Büyük Marmara Depremini 1999 yılında Sakarya’da yaşamış bir kentli olarak sosyal grup gözetmeksizin entegre yaşamın elle tutulur halini yaşadım. Ömrümün geri kalanında benzer halini yaşar ya da o duyguyu hisseder miyim bilmiyorum. Tabii bu duyguyu gelecekte hissedeceksem, gözyaşı ve üzüntü içeren bir sebeple olmamasını temenni ederim. Kısaca duygusal sosyal beraberlik ve bunun sürdürülebilirliği amaç edinilmeli, oluşabilecek tehditlerin sosyal olarak aşılabileceği göz ardı edilmemelidir. Küresel iyi siyaset ile desteklenen müzik, sanat, spor ve eğitim alanlarında programlar geliştirilmeli, mevcutlar devam ettirilmelidir. Bu aktiviteler hem aidiyet ve beraberlik duygularını canlandıracak hem de gençlere bu duyguları aşılayacaktır. Örneğin; 23 Nisan Çocuk Bayramı’na dünya çapında katılımın desteklenmesinde kararlı olunması gibi. Küresel siyaset öylesine önemlidir ki zamanla vize serbestisine dönüştürülen ilişkilerle toplumların kaynaştırılması yolunda atılmış adınlardır. Eurovision Şarkı Yarışması’nı 7 kez kazanmış (3 yılı ardarda) İrlanda’nın adını bu konuda tarihe yazdırması küçümsenecek bir kazanım değildir. Avrupa kıtasında olmamalarına karşın, Eurovision Şarkı Yarışması Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Güney Kore, Hindistan, Hong Kong, Kanada, Mısır, Ürdün ve Yeni Zelanda’da yayımlanmakta olduğu, hatta 2000’den itibaren internette de yayımlanması ile 200’e yakın ülkenin aynı anda izlediği bir görselde olmak, ilişkilere nasıl bir yatırım, tanıtıma nasıl bir kazanım kattığı tartışma götürmez bir gerçektir.
Yerleşim alanları olan kentlerdeki aşırı yayılıma, düşük yoğunluklu yerleşimlerin kente yakınlığı kentler için bir diğer tehditi oluşturmaktadır. Çünkü kente yakın olma ve yaşanan dışsallık ile kentsel hizmet ve kolaylıkların sağlanması zorlaşmakta, doğal kaynak tüketimi ve israfı yükselmekte, ulaşım ve iletişim olanakları yetersizleşmekte, güvenlik sorunları artmaktadır. Kentle ve düşük yoğunluklu uzak yerleşimler arasındaki ulaşımı trafik yoğunluğu ile egzoz salınımından kaynaklanan çevre kirliliği sorunlarını artırmaktadır. Yayılımın aşırı boyutlara ulaşması, kentsel atık sızıntılarının toprağın derinliklerine sızdığı anlamına gelmektedir. Böylece de tarım topraklarının azalması ve zamanla da yok olması demektir. Çöpler toprağı, yer altı ve üstü suları kirletmektedir. Çöp toplama ve atık denetiminin sıkı yapılmadığı düşük yoğunluklu yerleşimlerde kirlilik sorunu artmaktadır. Bu konunun devamında “yeşil ekonomi” ele alınmalıdır. Yeşil ekonomi çevre kirliliği ile mücadele etmekten ibaret değildir. Bu tür bir ekonomide yaşam çevresi, enerji, tatlı su, toprak, flora, fauna gibi tüm sistem ve süreçlerin bütünlük içinde düzenlenmesi ve yönetilmesi gerekir. Sürdürülebilir biçimde büyüyen kent yerleşimleri gelecekte kendi yurttaşları açısından yaşanabilir imkânlar sunmaya devam edeceklerdir. Bu bir başarıdır ancak asıl başarı ölçütü sunduğu imkân ve kolaylıkların, kenti çevreleyip saran daha küçük yerleşimlere nasıl yansıdığıdır. Dengeli bölgesel gelişme açısından bu yerleşimlerin boşalmaması ve kente hızla akmaması tercih edilirken, kenti saran küçük yerleşimlerin varlığı ve gelişiminin devamlılığı da planlanmalıdır.
Kent yerleşimlerin yarattığı tehditlerden biri de, tarım topraklarının yapılaşmaya açılarak flora ve fauna olarak biyolojik çeşitliliğin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınmasıdır. Kentsel yaşam sadece evde kedi-köpek beslemek veya balkon saksısında çiçek yetiştirmekten ibaret değildir. Kentin, doğal yaşam çevresini yok etmeyecek bir gelişim çizgisi izlenmelidir. İzlenmediği takdirde kent, doğayı yok etmenin bedelini sel baskınları, tatlı su yetersizliği ile öderiz. Her kentli yurttaş/kurum/kuruluşun şu soruyu kendisine sorabilecek bilince ulaşmalıdır: “Yaşadığım kentin geleceğini ve sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurları elimine etmek için ne yapılmalıdır?” Çünkü gecikilir ise; dönülmez bir yola girilecektir.