Berlin’de üç çocuğu ve torunlarıyla yaşayan Yakup ve Şemsa, Süryani bir aileye mensupturlar. Bu şehre yirmi beş yıl önce göç etmişlerdir.
Kör bir kuyuda çok sayıdaki ceset bulunduğu ve yirmi beş yıl önce kaybettikleri oğulları Mikhael’in de bu kuyuda olma olasılığını içeren haberi aldıklarında torunlarının doğum gününü kutlamaktadırlar.
Düzenlerini Berlin’de kurmuş olan aile ansızın gelen bu telefonla sarsılır ve ilk uçakla Mardin’e gelirler. Çünkü kimlik tespiti yapılmalıdır. Üzgün ve geçmişiyle hesaplaşmaya girişmiş Yakup ev Şemsa’ya neşeli bir kişiliğe sahip olan torunları Nardin eşlik eder.
Mardin’e geldiklerinde mis gibi sabun kokan Deyrülzafaran Manastırı’nda misafir edilirler. Evlerini görmek için sabırsızlanan aile, ellerinde anahtarla evlerinin olduğu yerde ulaştıklarında öylece kala kalırlar. Çünkü karşılarında bir harabe bulurlar. Viraneleşmiş evlerini görmek yaşlı ve üzüntülü çiftin üzüntüsünü arttırır. Evlerinin kapısının bile yağmalanmış olması üzüntüyü en üst seviyeye taşır. Çünkü kapının özel bir anlamı ve değeri vardır. Kabuk bağladığı düşünülen yaralar bu olayla bir bir kanamaya başlar.
Kanayan Yaranın Kabuğu: Kapı
Yakup’un marangozluktaki ustalık seviyesini, filmin ilk sahnesinde torununa doğum günü armağanı olarak yaptığı mücevher kutsunun yakın çekimlerinden anlamak mümkün.
Kapının anlamı marangoz Yakup için çok büyüktür çünkü o kapıyı, yaşıyor mu yaşamıyor mu hala bilinmeyen, çeyrek asırdır hiç haber alınamayan, öldüyse bile mezarı bilinmeyen, yaşıyorsa sesi duyulmayan oğlu Mikael ile birlikte yapmıştır. Ceviz ağacından yaptıkları kapının kanadındaki güvercin ve su damlalarını Mikael, nar motiflerini ve hayat ağacını ise Yakup Usta yapmıştır.
Malda mülkte gözü olmayan Yakup Usta için oğluyla birlikte inşa ettiği kapıyı bulmak Mikael’i bulmakla aynı anlama gelmektedir. Kapı oğlunu sembolize etmektedir.
Filme adını veren metafor, duygularınıza yeni yeni kapılar açılmasını sağlayacak türdendir gerçekten de. Esasından kapılar çok şey ifade eder. Baba evinden gelin edilen kıza “Bu kapı sana daima açık kızım.” diye uğurlandığında aslında kapı ile ifade edilen baba ocağıdır. “Dua kapı açmaktır.” denildiğindeyse gelecekten/ebedi dünyadan bahsedilmektedir. “Para her kapıyı açar.” dedikleriyse malumunuz tartışmaya açık bilimum şeyi/konuyu kapsar.
Kapıyı bulmak için Nardin ve kapıyı yerinden söken Ganimetçi Remzi ile yola çıkan Yakup, önce Kayseri’ye oradan da İstanbul’a gider.
Birkaç Önemli Sahne
Simgesel değeri yüksek kapılardan birini konu alan filmde el emeği göz nuru ve anılarıyla bir oya gibi işledikleri kapının peşine düşen Yakup Usta bize Anadolu medeniyetlerinin kültürel zenginliğini anlatmaktadır bir bakıma. Taşı, mermeri, ahşabı bir dantel gibi işleyen Süryani ustalarından biridir o.
Yıllar boyu oynadığı filmlerde üstlendiği her rolün bizlere layıkıyla aktaran Kadir İnanır’ın çıktığı bu yolculuktaki duraklarından biri olan kamyoncu lokantasındaki sahneleri izlerken “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmini hatırladım. Çünkü O, kırmızı kamyonluyla Kamyoncu İlyas’ı canlandırmıştı o unutulmaz filmde.
Aynı sahnelerde Yakup Usta’nın etrafını çevreleyenlerin samimiyetini izlemek de güzeldi. Almanya’ya göçmüş bir Süryaniye gösterilen ilgi; halklar arasında herhangi bir dini, etnik, siyasi sorun olmadığına dikkat çeker gibiydi.
Yakup Usta’nın uzun yıllar sonra ayak bastığı ülkesindeki yeni nesil evleri “karınca yuvası” olarak betimlemesiyse; zaman makinası içinde yolculuk yapan birinin şaşkınlığını içerirken benim de duygularımı ifade etti. Yakup Usta bu benzetmesiyle artık kendisini buraya ait hissetmediğini dile getirmişti bir anlamdı. Zaten yağmalanmış eviyle artık o da yok olmuştu, vatansızdı.
Kör Kuyu
Kuyunun başında ‘’Anneeem, ay kurbane…’’ diye ağıt yakan Vahide Perçin’in feryatları gözlerde yaş bırakmayan türden.
Ailenin Mardin’e geldikleri gün Darül Zafeyran Manastırı’nda onları karşılayan Erdal Beşikçioğlu’nun başpapaz rolünde çok sahici ve doğal.
“Ganimetçi” olarak babasının mesleğini sürdüren Yağmacı Remzi komedi filmlerinden tanıdığımız Timur Acar, Yakup Usta’nın kapısını çalıp satan kişi rolünü üstlenmiş. Değerini düşük bulduklarını Kayseri’de bağlantılı olduğu kişiye, değerli olanlarıysa İstanbul’a sevk eden Remzi; terk edilmiş evler ve arazilerden geçinen hatta gerçek sahiplerine ya da mülkün varislerine hayatı dar eden yurdumuz insanının bir örneğini teşkil etmiş.
Güçlü bir anlatımı olan çarpıcı bir öyküye etkileyici oyunculuklar eklenmiş ve özenle yönetilmiş olsa da destekleyici hikâyelerde biraz daha derinleştirilebilirdi. Örneğin; Yağmacı Remzi’nin baba mesleğini yaptığı, bu işi hırsızlık olarak görmeyerek ne kadar olağan karşıladığını anlatabilmek için o karakter üzerinde biraz daha emek harcanmalıydı. Ona ayrılan birkaç dakika ile çocukluğuna ait geri dönüşlerle beslenerek yaptığı bu işin o yöreye has bir meslek olarak kabul gördüğü anlatılabilirdi.
Bir başka konu ise şu ki; Mardin’e ait daha çok görüntüye yer verilebilirdi. Filmin müzikleri eşliğinde daha uzun süre Mardin’i görmek isteği oluşuyor izleyicide. Sadece filmin çekildiği mevsim değil; dört mevsimiyle Mardin’i arıyor izleyici. Gecesi ve gündüzüyle. Aynı durum Kayseri içinde geçerli. Kayseri’ye ait görüntüler biraz daha fazla yer verilmiş olsaydı filme daha çok derinlik verilmiş olurdu.
Son olarak küçük bir eleştirim filmin müzikleri hakkında olacak. Karakterlerin duygusunu aktaracak yeni melodiler ve sözlerle ya da eskilerde kalmış ve yeniden elden geçirilmiş/güncelleştirilerek/parlatılmış bir veya birkaç esere yer verilebilirdi. Şahsi görüşüme göre, böylesi müzikal çalışmayı hak eden bir film Kapı.
Sonuç
Nihat Durak’in yönettiği, Kadir Inanır, Vahide Perçin, Erdal Beşikçioğlu, Timur Acar ve Aybuke Pusat ‘ın başrolünü paylaştığı “Kapı” adli film çok çeşitli perspektiflerden bakılarak okunup yorumlanacak türden. Adana Altın Koza Film Festivali 2019 İzleyici Ödülü’ne layık görülmüş. Sıra dışı aidiyet hikâyesi geleneksel motifler içeren ahşap kapısının peşi sıra iz süren Yakup’un serüveni aslında içsel bir yolculuk olsa da herşeye ragmen hayatın devam ettiğinin altını çizen cesur bir film.





















