“… aslında Veysel’in gözleri kör olmamış, kalbine inmiştir.” diyor Hasan Yücel. Ne güzel fikir, ne güzel bir fark ediş… Bakarken görmediklerimizi düşününce gözlerin gönüle inmesi ne büyük ayrıcalık diye düşünüyorum.
Gönülde ki hakiki göze sahip olmak için ne yapmalı, nasıl bakmalı acaba? Gözleri sımsıkı kapatarak sokaklarda mı yürümeli? Yoksa şehrin en kalabalık yerinden gelip gidenimi seyretmeli? Ya da beton kutular gibi sıralanmış mezarlar arasında mı dolaşmalı? Yahut lüks mekânlarda maneviyattan bi haber kuru gülüşlerimi seyretmeli? Ve ya yeryüzünün meşhur okullarını bitirip sonrada kütüphaneler dolusu kitaplar mı okumalı? Karun kadar zengin olunsa gönül gözüne sahip olunur mu? Peki, her gözü görmeyenin kalbinde göz var mı?
Hayır elbette.
Onca ihtimali sıralarken bir bakıyorum ellerim bom boş. Bu dediklerimin hiç biri beden gözünü küçük yaşta kaybeden, daha doğrusu gözleri kalbine inen Âşık Veysel Şatıroğlu’nun yaşamında yer almamış… Hayallere dalarak Veysel’ i düşünüyorum. Usulüne uygun onca şiirin sahibini anlamaya çalışıyorum. Manasında bin manayı gizleyen ve sazının perdelerinde huzura, güzele, gerçeğe yol alan büyük insana hayran oluyorum.
Kara toprağa olan aşkını anlatırken benlik den çıkıp, ondan gelen şefkati ne muhteşem sıralıyor. Ne bir kibir, ne de zerre nankörlük var sözlerinde. Bilakis aşkın en güzel, en sade, en duru, en saf, en gerçek hali mısralarında ne güzel işlemiş.
Gözlerin kalbe inişindeki sır kâmil olmakta, dünyanın ve insanın ne olduğunu bilerek bilge olmakta gizli. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Veysel’ i anlayan bu sözün ne kadar derin, ne kadar önemli, ne kadar doğru olduğunu bilir.
Aslında meramım herkesin benden daha iyi bildiği, daha iyi anladığı Veysel’ i anlatmak değil, Hasan Yüce Beyin güzel tespitinin ne kadar hoşuma gittiğinidir.
Gözlerin kalbe inmesi meselesi hepimizde olsaydı keşke. Keşke kalple bakmamız gerektiğini fark edebilseydik. İnce düşündüğüm zaman neleri kaçırdığımı fark ediyorum. Gözümün iliştiği yaprağı görünce, beden gözümü kapatıp kalp özümle ona bakıyorum. Sahi ne güzel sesi varmış. Hışırtısına hayran oluyorum. Peki, rüzgârı görmek nedir biliyor musunuz? Kuzunun annesine koşarken ne dediğini gördünüz mü? Ölünün yüzüne kalp gözünüzle bakıp o hikmeti anladınız mı?
Gözlerimi kapatıyorum yer ile gök arasında olan her şeye kalp gözümle bakmaya çalışıyorum. Ve anlıyorum ki Hay’ dan gelip Hu’ ya gidiyoruz hepimiz. O halde onca çile, onca zulüm, onca gözyaşı, onca hırs, onca kibir, onca keder niye.
Belki de beden gözüyle dünya vitrininde ki cafcafa daldığımızdandır.
Belki de kalp gözümüz hakikati fark etmediğimiz için bizde küskündür kim bilir.
Eylül,2017