Pek çok alanda olduğu gibi Türk müzik kültürünün de kalbi olarak nitelendirilen İstanbul, müzik konusunda bünyesinde çeşitlilik barındırmaktadır.
Müziğin teorik boyutunun işlendiği, yazılı kaynaklardan icra geleneğine kadar Türk Klasik Müziğinin karakterine sinmiş olan unsurların en çarpıcı özellikleri İstanbul’un müzik hayatında görülmektedir.
Gerek Türk Klasik müziğine gerekse farklı müzik kültürlerinin yaşamlarına kucak açan ve büyüten İstanbul, müzik adına bir mesaj verir gibidir. Hayatın her alanında olduğu gibi farklılıkları bir arada tutan İstanbul’un bu yapısı müzik alanına da yansımıştır.
İstanbul hem kendisine atfedilen şarkılarla hem de kendisinde üretilen müziksel birikimle tarihte eşi benzeri görülmemiş müzik kutusu gibidir. Bu kutunun içinde çeşitli toplumların geleneksek müziklerinden, günümüzün popüler beğenisinin yansıması olan müzik türlerine kadar geniş bir yelpazeyi içerir.
Roma, Bizans ve Latin imparatorluklarının başkenti olan İstanbul köklerinde barındırdığı bu enerjisi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun, aynı zamanda sanatın ve müziğin başkent, sayısız sanatçı ve araştırmacının ilgi odağı olmuştur. İstanbul ve müzik ilişkisi akademik araştırmaların konusu olduğu kadar popüler gündemin de içinde yer almıştır.
Fatih’in İstanbul’u fethi ile başlayan yeni dönemle birlikte yaşanan değişimlerden en büyük payı alan Türk Müziği geleneğidir. İstanbul dünyanın her yerinden gelen müzisyenleri bünyesinde toplayan yeni bir müzik merkezi olmuş, İran’dan, Azerbaycan’dan Anadolu’nun çeşitli müzik merkezlerinden ve fethedilen ülkelerin müzisyenleri İstanbul’da getirtilmiştir. Böylece İstanbul İslam Dünyasının yeni kültür sanat merkezi olma yolunda sinyaller vermeye başlamıştır.
Saray kendi bünyesinde musikiciler yetiştirdiği gibi saray dışında yetişmiş olan musikiciler ya saray kadrosuna alınmış ya da düzenlenen musiki meclislerine katılmaları sağlanmıştır. Saray içinden ve dışından musikicilerin birlikte çalıp okudukları fasıllara “küme faslı” ses üstatlarına “guyande” denilmekteydi.
15.yy müzik nazariyatı üzerine ilk Türkçe eser Yusuf Kırşehir’in Musiki Risalesi’ dir.
İstanbul’da farklı dinlere mensup topluluklar ayinlerini, dualarını, yakarışlarını birbirinden çok da ayrı olmayan makamsal yapılar ve müzik ile ifade ederken; din dışı müzikte de aynı birliktelik görülmektedir. İstanbul; farklı etnik kimliklerin kültüre verdiği hizmete çok iyi bir ev sahibi olmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun beyni olarak kabul edildiğinde bedene birlik sinyalini ustalıkla aktarmayı başarmıştır.
Gerek icra gerekse teori anlamında dini veya din dışı müzik sahalarında ilk bakışta dikkat çeken bu birbirini besler hal, müzik yaşamına ait diğer bütün dallarda mevcuttur.
Meyhane, gazino ya da çalgılı kahve gibi eğlence yerlerinin mekanı bugün olduğu gibi yine İstanbul olmuş, müzikli eğlenceler günümüze sadece şekil değiştirerek ulaşmıştır.
Etnik kimlik bakımında; Yahudi, Süryani, Rum, Ermeni kültürel aidiyet bakımından köylü-kentli, mekan bakımından; sarayda, konakta, sokakta, algılı kahvede, meyhanede, tür bakımından; dini, din dışı, klasik, popüler… Her tür müziğe merkez olmuş ve kollarında büyütmüş İstanbul, müziğin tüm renklerini tuvalinde ustaca bir araya getirmiştir.