Efendim,
Geçen gün Face bir sorgu-sual göndermiş. Diyor ki “ hangi ünlüye benzediğini gör?” Sonra tıklıyorsun senin hangi ünlüye benzediğini şıp diye ortaya çıkarıyor. Eee boru mu? Teknoloji bu. Allahın hikmetinden sual sorar olduk ama teknolojiye küllen itimadımız tam.
Ben de modaya uyup tıkladım, benzediğim ünlü bir ses sanatçısı çıktı. Laf aramızda ondan daha yakışıklıyım gibi geldi bana.
Rahmetli anam herkes dünyaya çift gelirmiş derdi. Gerçi bununla alakalı Kuranda tek bir satır, sahih olmasa da tek bir hadis kelamı duymadım.
Lakin…
Rahmetli ermiş yarısı olduğundan “hani” doğru da olabilir diyorum kendi kendime.
Geçen hafta Ordudaki düğünden dönerken geldiğim otobüsün şoförü ile memleketi kurtarmak için giriştiğimiz tatlı didişmelerimizden sonra işin içinden çıkamayınca ve orta yaşlı delikanlı şoföründe Rizeli ve üstelik Laz uşağı olduğunu görünce; konuyu magazinleştirmek için (nereden aklıma geldi ise)sözü Bakü’nün yollarına getirdim.
“Bakü’nün caddelerini gördün mü abi ne kadar geniş değil mi?” Dedi şoförümüz.
– Evet. Sovyet zamanında mülk kaygısı olmadığı için caddeleri oldukça geniş tutmuşlar.
“Metroya bindin mi abi… Çok harika yapmışlar yahu?”
– Bindim. Gerçekten çok güzel… Ama 90’da gittiğimde içi çok pis kokuyordu. Şimdi çok temiz.
– Neden çok pis kokuyordu abi?
– Neden olacak… Kalitesiz mazottan ve berbat havalandırmadan tabii ki…
– Ben oraya tır şoförü olarak defalarca gittim. Abi Bakü çok güzel yaa… Hem de çok zenginler. Ama küçük kasabalarına gittiğinde de fukaralıktan geçilmiyor.
– Desene zengini çok zengin, fukarası çok fukara… Ortası yok yani…
“Aynen öyle, polisleri de çok rüşvetçiler. Malı boşaltacağımız yere kestirme bir yol vardı. Ama oradan geçmek yasaktı. Bir saatte ancak varabildiğimiz bir uzun yoldan gitmemek için polislere rüşvet verirdik. Onlarda önümüzde eskort olup bize yol açarlardı.”
– Hadi yaaa…
– “Polise diyorum ki neden böyle? Diyorlar ki biz bu mesleğe girmek için ne rüşvetler veriyoruz haberin var mı? ( Bir an yola dikkat kesilip nefesleniyor) O da bir şey mi abi…
Bir gün Bakü’ye vardım. Yük boşaltacağım depo şehrin ortasında, ama yol mesafesi çok az. Mal sahibi bir şey olmaz gel dedi. Yola girdim polisler hemen çevirdi beni.
Yasak yoldan geçiyorsun dediler. Ben de depo hemen şuracıkta geçivereyim dedim.
Olmaz sen Aliyev’in ruhunu çiğnedin onun için suçlu duruma düştün deyip beni yaka, paça tutuklayıp içeri attılar.”
– Ruh nasıl çiğneniyormuş?
“Ne bileyim abi? Ben de sordum ama çiğnedin, suç işledin diyorlar başka bir şey demiyorlardı.”
– Sonra?
“Sonrası, mal sahibi 450 dolar verdi de Aliyev’in ruhunun çiğnenmekten bizi de zindandan kurtardı.
(Gülüşmelerden sonra) Hınzırım ya… Aliyev eşini başkan yardımcısı atamış.
“Hee abi yaa… Olacak iş mi? Adam tam padişah. Ondan öyle korkuyorlar ki… Onun hakkında ağızlarından tek kelam çıkmıyor.”
– Diyorlar ki bakanların sahip oldukları kasabalar varmış. Adamlar o kadar kendilerini servet sahibi yapmışlar.
“Ben de duydum onu abi… Demin dedim ya. Bakü’de zenginlikten geçilmiyor. Ama hemen kenarındaki kasabalarda yaşayanların fukaralıktan canları çıkıyor.
Bu arada Ünye’ye varmıştık… Sen Garaja girip benim için narh ödeme. Hemen şuracıkta indiriver. Dedim hoş sohbet şoförümüze.
İnerken… “Biliyor-musun dedim… 2002 yılında Türkiye’nin yüzde biri ülkemizin yüzde otuz servetine sahipken şimdi ise servetin yüzde elli-sekizine sahipler. Katmerleşmişler yani. İşin tuhaf tarafı bunlar yine hep aynı kişiler.”
Son sözümü umursadığını sanmıyorum. Çünkü onun aklı-fikri arada bir bana hatırlattığı meftun olduğu Erdoğan’ın yaptırdığı otoyolunda gitmenin keyfini sürmekti.





















