Hükümet binasının önünden geçiyordum. Duvarın dibinde oturan Nine, “Evladım, beni huzur evine bırakır mısın?”
Geçmekte olan taksiye el kaldırdım. “Buyurun Nine” Diyerek koluna girdim. Huzur evi de yakınmış, şoföre teşekkür ettim. Yolun karşısına geçip beş dakika yürüyecektik.
Adımlarını atarken, dizleri titriyordu. Tapu dairesine gelmiş, oğlu onunla konuşmuyormuş, kimsesi de olmadığı için, işlemlerini kendi yapmak durumunda kalmış. Ninenin anlattıklarına çare olacak durumda değilim. Onun için Nineyi huzur evine götürüp bırakacağım.
Nine, oğlundan dert yanıyor. Ne sıkıntılar çekmiş. Bağrı yanmış, oğlu parasına el koymuş ve şimdi de bakmıyormuş. Nine anlatıyor, dikiliyor ayağının üstüne, belli ki, dolmuş yüreği kor olmuş. Soluklanıyor, yürüyemiyor. Konuşmadığın bu ana, huzur evine götürmeye çalıştığım bu cefakâr ana, seni baktı büyüttü. Bu hâle gelene kadar, yüreği yanan ana.
Nine anlatırken, hayalimde çektiğim nutuklar dile gelse, kime kızdığımı da bilebilsem.
Hayat ıstırap mı? Güller arasında.
Büyüklerimizin, yaşam zevkini artırmak, onları daha güzel, tatlı ve mutlu refaha ulaştırmak. Samimi ve dürüst bir yaşantıda ve güzel günlerde beraber olmak. Güneşin doğuşuyla gözleri parlasa, batışıyla gülse neyimiz eksilir.
Nine, oğlun doğduğunda ne çok sevindin, adaklar yerine getirdin değil mi? Bir deri, bir kemik kalmış Ninenin kuruyan gözlerinden yaşlar damladı koluma. O yaşlar ceketime leke yapar da hayatın getirdikleriyle ilgili yaşantıma bir anı kalır, diye bekledim.
Ana yüreği, beyni ve bedeni çocuğu için, hayata boyun eğmişti.
Genç kızdı, baharını yaşamadan ana adayı idi, fizyolojisi değişmişti. Sancılanmış ve soluk alışverişinin farklılığıyla uyanmıştı. Doktor evine gelmişti. Doğumundan sonra, bebeğini emzirmiş ve temizlemişti. Nine ne özen göstermişti, güzel giysiler dökmüştü ortaya.
“Yavrum, güzelim ve biricik bebeğim” diyordu, onu sallarken. Kucağına alıp göğsünde uyuturdu, kara gözlüsünü. Umutlar sığmazdı, beşiklere sığmazdı salıncaklara.
Acılara sıcak, soğuk demeden dayanmıştı. Ana, sağlıklı büyümesi için, aylarca başını yastığa koymamıştı. Yatağın kenarına sızmış, kalkmış süt ısıtmış ve bisküvi doğramış ve doyurmuştu. Yavrusu doyunca o da doymuştu.
Ana, kolumda anlatıyor. Yavaş, sakin ve etkili. Konuşuyor bire bir içini yakan olayları.
Samanın yanması gibi, için için ağlıyorum. Hayat ıstırap mı? Diyorum. Nineye üzülme, Allah’ın da bir plânı var diyorum. İster misin? Adresini versen, gidip çalıştığı yerde onu rezil etsem.
İster misin?
İstemeyeceğini tahmin ediyorum. Çünkü sen annesin. Sen anasın.
Ana yüreği acır, kırılır ve sisle kaplanır. Kara bulutlar çöker başına fakat oğlunun ayağının taşa değmesini istemez.
Nasıl bir çocuk, ana yüreğinin hiç mi değeri yok. Yaşantındaki sevdiğin ve sevildiğin günler silinsin mi? Bundan sonra senden geriye ne kalır.
Okula gönderdin, geldi doyurdun. Oyuna gitti, geldi yıkadın. Kirlendi yıkadın. Hâlâ onun peşindesin ve hâlâ ondan kurtulamadın. Buna rağmen, seni tanımıyor ve ana deyip konuşmuyor.
Nin, hayatta elde edilen izler çok güç silinir. Kalbe kazılan sevgiyi ve beynin kabullendiği güzellikleri silemezsin. Silemediğin için de bugün dahi nazını çekersin.
Ana gönlü geniş, ana gönlü ferman dinlemiyor. Ferman dinlemez, neşeyi, sevgiyi, mutluluğu ve acıyı da alıyor. Ana yüreği hepsini koyuyor raflara sırası geldiğinde indirip okuyor. Okuyor hayatın ıstıraplı yanını, okuyor, sevinçleri ve neşeyi.
Evet, ana bu yaşta bile.
Nine yalnızsın, yalnızlığın büyük büyük kısmını yine oğlun işgal ediyor.
Dünyanı genişletmek, yeni hayatın imkanlarından yararlandırmak seni yere ve göğe sığdıramaması gerekirken, huzur evine doğru adımlarını sayıyorsun.
Yalnızsın yalnız kalacaksın.
Unutma sana bu canı veren, yine seninle olacaktır.





















