Semtin sokaklarını mekân tutmuş, kendi hâlinde hurda topluyordu. Omuzunda beyaz torbası eksik olmazdı. Hurdacının uzaktan eli, yüzü düzgün, yakınına vardığında, suratı Çarşamba çanağı gibiydi.
Arkadaşlarla; ilk intibaımız, akıldan noksan, evi parkı olmayan ve nerede akşam orada sabah diyen biri olarak görüyorduk.
Turist gibi giyiniyordu. Gördüğünüzde turist özentisi diyebilirdiniz. Her zaman sakallıydı. Gömleği üzerinde emanet gibi ve ayakkabıları dağcı botlarıydı. Başındaki fötr, kaşlarına kadar inmişti. Ceket giymezdi, pardösünün altındaki dağcı kumaşından pantolonu ona gerçek turist görünümü sağlıyordu. Bu haliyle figüran olmak için tam biçilmiş kaftandı.
Yorulduğu yerde oturup kalırdı. Güneşte gözlüksüz dolaşmaz ve beyaz torbası omuzundan eksik olmazdı.
Orta boylu olan hurdacının kır saçları isyan etmiş durumdaydı. Gözleri çevreyi tarar gibi dönüyordu. Topladığı hurdaları nereye depolar bilmiyorduk. Yalnız beyaz torbasının dolu olduğunu görmezdik. Dinlenirken dahi elinde bir defter oluyordu. Sanki hayat hikâyesini yazıyordu. Hoşumuza gidiyordu, “Bir delinin hatıra defteri” gibi.
Hurdacıyla eve yakın karşılaştık. Kaldırıma serilmiş, “Batsın bu dünya,” der gibiydi. Serdengeçti hâline karşılık, arkadaş kolay gelsin, nasılsın iyi misin? dedi. Hurdacı kendini toparladı ve oturdu. “Kaldırımda ne kadar iyi olunacaksa,” dedi. Arkadaş apartmanın hurdasını, depoladığın yere attırayım, dedi. Hurdacı, duvarını yabani otların sardığı, iki katlı binanın bahçesine depoluyorum. Daha sonra arkadaşın; tek körüklü, dört tekerli ve çift atlarla çekilen arabasıyla, ana depoya gönderiyorum, dedi.
Buralara yeni mi? geldin, hurda toplama ile hayatını kazanabiliyor musun? Hurdacı çevreye bir göz gezdirdi, sanki gözetleniyor havasındaydı. Sonra herkesin bir derdi varmış, derler ya değirmencinin derdi de suymuş. Hayatımın standardını tutturmaya çalışıyorum. Herkes aklını pazara çıkarmış da yine kendi aklını almış, ben de bu yola girdim. Buraya getirdiler fakat dişe dokunacak iş vermediler, onun üzerine, sermayesiz ve güce bağlı ne kadar gezersen o derece kazanırsın.
Arkadaşım baktı, her soruya hazır cevap veriyorsun. Hurdacı sinirlendi, çocuklarım için bunca eziyete katlanıyorum. Ezbere konuşmuyorum, çevremde olan bilir. Kendimi biraz tutarsam çocuklarımın da burada okumalarını istiyorum.
Bir hafta sonra hurdacıya, sokağın başında süt içerken rastladım. Afiyet olsun, besinin en değerlisini biliyorsun. Poşetten çıkarıp bir tane muz verdim. Baktı ve teşekkür etti. Besin maddeleri değerli fakat katkı maddesiz olsalar, dedi.
Katkı maddesini sordum.
Hurdacı toprağa gübre diye atılan ve üretimi artırıcı kimyasallardır. Bu tür kimyasallar, vücuda zararlıdır. Hastalıkların başıdır, dedi. Kalktı yol göründü, beyaz torbasını omuzuna astı.
Hurdacının tuhaf olan, hareketleri vardı. Omuzuna astığı beyaz torba göstermelik gibi geliyordu. Bir görünüp bir kayboluyordu. Hep acele işi varmış gibi yürüyordu. Çöp karıştırırken hiç rastlamamıştık. İnsanlarla konuşmak, diyalog kurmak istemez, kimseye eyvallahı yokmuş, gibiydi.
Eyersiz at gibi sıçrayarak yürüyordu. Bu şunu gösteriyordu. Hiçbir şekilde beslenme bozukluğu göstermiyordu. Arkadaşlarla bu olayları yorumluyorduk. Esasında hiç de ilgilenmediğimiz bir durumdu. Arkadaşlar bizi aldattığını sanmasın diye ona bir şeyler soralım diyorlardı. Hatta arkadaş, hurdacının dediği binanın bahçesinde, böyle bir atık eşyaların olmadığını da kontrol ettirmişti.
Hurdacıyı görüyor fakat olayları eşelemiyorduk. Bazen arkadaşlar bir şeyler soruyorlarmış. Hurdacı eşkıya mı olsam havasında, hayat kavgasına boğulmuş bir davranış gösteriyormuş. Hayat zor, diyerek çıkarttığı derslerden bahsediyormuş. Hayat okulundan mezun olduğunu söylemiş ama fark etmediği düştüğü çelişkilermiş. Çelişkilerini anladığında kalkıyor ve bocalıyormuş.
Kütüphanenin etrafında dolaşan, hurdacıya şaşırdım. Çünkü, her yerde bir şekilde hurdaya rastlamak mümkün ama kütüphanenin dışında ne hurdası arıyorsun. Kitabın hurdası olmaz ki arayasın. Yalnız kitabın insanları sürüklediği düşünce olabilir.
Demek ki sokaklara yansıyan düşünceleri, hurda arama adı altında kontrol ediyordu. Şeklinde düşünmek durumunda kaldım. Hurdacı gerçekçi bir biçimde gözlem yapması, gerektiğini biliyordu. Onun için sokakta bağırması hiçbir mana ifade etmiyordu. Çünkü hesapsız lafları birbirini tutmuyordu. Çıkarıma yönelik hayal de kurmuyordum ve bir gerçek varsa o da mahalle sakinlerinin davrandığı gibi saf olmadığı idi.
Hurdacının yorumu, köye olan hasretini dile getirirken, sosyal yaşantısının köye bağlı olmadığını sırıtırcasına ortaya koyuyordu.
Hurdacıyı çoğu zaman görmezden de geliyorduk. Arkadaş, “Eşeğin kulağını kesersen, küheylan olmaz,” dedi.
Hurdacının kaldırımda yatışı ve yolda sallanışını arkadaşlarla yorumlarken, düşüncesi özgürlük, hukuk, adalet ve ahlak olsa, zaten sokaklarda dolaşmazdı. Çünkü başkasının düşüncesinden kime neydi. Herkesin düşüncesi kendine. Herkes farklı düşünürse, insanlar arasında bir denge oluşacak ve toplum güvenilirlik kazanacaktır.
Toplumda denge en büyük zenginlik ve itibardır. Bu zenginliği yabancıya karşı uygulaman büyük gururdur.
Hurdacının gözleri, her yana dönerken, hiçbir işe yaramadığına yine de üzüldük.
Hasan TANRIVERDİ






















