Ruhumun iniş çıkışları, çay ocağında da düzelmedi. Çayı bırakıp oyunu izlemeye mi gitseydim, diye düşündüm.
İsteneni vermeyen bir top oyunu da çekilmez, moralsizliği tetikler. Sıkıntıya rağmen kütüphaneye uğramak istedim. Geri döndüm, caddeyi geçtim. Dar sokaktan amacıma ulaşacaktım. Sokağın sonunda; düzenli, kaliteli ve bir o kadar renkli, halıların sergilendiği mağaza ilgimi çekti. Psikolojik olarak, kendime gelir gibi oldum. Yıllar, yaşlanan kişilere daha çok katkıda bulunuyor.
Mağazanın vitrin camına adeta yüzümü yapıştırdım. Halılara, nostaljik bir hava verilmişti. Heyecanım, “buyurun” sesiyle biraz sakinleşti.
Halılara bakabilir miyim? Diye sordum.
Görevli, lütfen beyefendi, dedi.
Halıya karşı duyduğun sevgi, yüreğimin derinliklerine yine bomba gibi düştü. Halıları, evirip çevirip bakmak istedim. Çay ocağı, oyun sahası ve kütüphane beynimin köşesine sis gibi sindi. Yüreğimin vurusu arttı. Psikolojim biraz daha rayına oturdu.
Halıların hikayesini soruyorum. Dokunuş yer ve kullanılan yün ipliğinin boyasını öğrenmeye çalışıyorum. Satıcılardan biri; halıdan anlıyorsunuz? Dedi.
Görev yaptığım yerler, koyun besiciliğinin yapıldığı ve yün olayıyla ilgiliydi. İlmek ilmek düğüm atılmış, el emeği ve göz nuru halılara bayılırım, dedim.
Görevli, vitrindekiler dahil, halılarımız ayrıca kök boyalıdır, dedi. Halıların hepsinin cazibesi farklı ve güzeldi. Boyutuna göre altı metre karelik iki halıyı beğendim. Gerçi yünden örülen, her şey harikadır. Heybe, kilim, çorap ve kuşak gibi, dedim.
Fiyat konusunda, ikramda bulunmanız gerekir. Bu fiyatları ödeyemem. Mutlu olmak bilmeye mi bağlıydı. Halıların güzelliği ruhuma güç katmıştı. Halının kalite ve güzelliğinin farkındaydım. Halılarınızı nereden almışsanız çok güzel, dedim.
Kütüphaneye giderken, antika halıların ortamına düştüm. Bu halılar tarihi bir hazineydi. Huzurum, halılarla daha da güçlenecekti. Güzeli ve doğruyu takdir etmezsek, başarılı olamayız, dedim.
Yollarım aydınlık ve engelsizdi. Evim sanki ayağıma geldi. Halıları sardılar, taksitte yaptılar ve ikisini birbirine bağladılar. Nasıl götüreceksin? Omuzumda taşırım, dedim.
Umutsuzluğum karıncalanan, kaslar gibi gitmişti. Omuzumda iki gül fidanı var gibiydi. Mutlu ve rahattım. Gözüm kimseyi görmezken, adımlarım sevinçle birbirini takip etti.
İnsanların bu kadar kör ve sağır olacaklarına inanamadım. Bu tür insanlar, mücevheri bile taş görürler. Saçma sapan, önyargılarla güzelim halıları soran olmuyormuş. Onlar görmüyor diye dünya dönmüyor mu sanıyorsunuz?
Halıları serdiğimde gerçekten nadideydi. Tarihi özellikleri vardı. Kısacası antikaydı.
Renk uyumları bir başkaydı.
Hasan TANRIVERDİ























