İnekleri yaylımdan yeni getirmiştik. Yemek ve dinlenme bizi bekliyordu. Obada görülmemiş bir sıcak ve yakıcı bir güneş vardı. Güneşten korunmak için ne yapacağımızı şaşırdık. Gerçi ne yapsak kulak ve ensemiz yanacaktı.
Bu sıcakta ve de güneşte evden çıkılmazdı. Güneş görmemek işin esasıydı. Sayvanda uzandım. Biraz serinledim. Bugün kardeşimle sakız ağacına gittik. Yeni akmış sakızı topladık. Ormanın kenarında kırılan büyük ağacın dallarından birer yük odun aldık.
Çakıllı yolda kaydım ve dizimi soydum. Kardeşim, büyüyende unutursun dedi. Suyun yanında dinlenirken dizimi yıkadım ve sızısı az da olsa acısını kaybetti. Gömleğimin kolu da yırtılmış, kolum da yırtıldı dedim. Kardeşim, ona da cevap buldu. “Yenisini alırsın” dedi. Kardeşime güneş yaktı, dedim. Kardeşim, güneş, şimdilik kimseye sormuyor ne yapacağını diyerek güldü.
Biraz sonra obadan çağırdılar. Önce niçin çağrıldığımızı anlamadık, sonra haber saati geliyor diye. Saat bir haberlerini dinleyelim diyorlar. Kalkmak istemedim. Radyoda duymak istemeyince, işitmiyor ve söyleyeni de görmüyorsun.
Kardeşimle haber dinlemeye gittik. Kardeşim radyonun ne dediğini anlamıyorum ama öyle anlamış gibi davranıyorum dedi. Obada çimene oturmuşlar. Radyoyu direğe asmışlar. Bir amca, Almanya’dan gelmiş ve çanta radyo getirmiş, onu dinleyeceğiz. Ülkede çanta radyolarda yeni çoğalıyor.
Obadaki arkadaşların çoğu geldi. Dağ başında radyo dinlemek önemli bir ayrıcalık. Alman amca çimene bağdaş kurmuş keyfine diyecek yok. Böylece obayı dünyadan haberdar edecekti. Haber saatine kadar kendimize göre yorumlarda bulunduk. Yaylada böyle bir sıcak görülmemiş, orman serin orada dururuz dedik. Zaten ineklerini güneye götüren arkadaşlar güneşten, bir saat durabilmişler.
Almanya’da çalışan amca böyle güneş, temiz hava ve yeşil bir doğayı oralarda bulamazsın dedi. Saat biri çalarken, sus sinyali geldi. Haberleri dinlemeye başladık. Radyo biraz karışık ama anlaşılıyor. Kardeşime baktım ve güldüm.
Ormandan gelen Yusuf dayıyı gördük. Almanya’dan gelen amca, Yusuf dayıyı çağardı. Yusuf dayı dikkate almadı. Israr edilince, omuzunda kütük olduğu hâlde döndü, dinlemem manasına gelen işaret yaptı. Bu sefer Almancı ısrarın dozunu büyüttü. O zaman hiç dönmedi. Ağırdan yürümeye devam etti. Tekrar Alman’dan gelen amca, ısrar edince; “Niçin dinleyeyim ki, hep o diyor bana, o ki, ben ona bir şey diyemiyorum neden dinleyeyim onu.” Dedi ve yoluna devam etti.
Herkes sustu, tek laf eden yok. Ağabeylerden biri, dağ başında da olsa insan kendine değer verilmediğini hissetince böyle tepki veriyor. Almanya’dan gelen amca bu olayı önüme gelen herkese anlatacağım dedi.
Düşünün, hep o diyor. Benim hiçbir söz hakkım yok. Konuşma özgürlüğüm yok. Bana bir şey sormuyorsun ve istediğini yapıyorsun. Haklı haksız yok. Çünkü her zaman sen haklı ben haksız.
Yıllarca ülke böyle diktatör zihniyetli insanların güdümünde kaldı ve istediklerini yaptılar. Ondan sonra gazımızı almak için sordular. Ülkeyi de bu hâle getirdiler.
O günlerden bugünlere ne değişti inanın hiçbir şey değişmedi. O zaman radyo vardı, dinlemezdik bari moralimiz bozulmazdı. Şimdi TV’ler var. Aynı şeyleri milletin kafasına enjekte ediyorlar.
Üzülmemek elde değil.





















