Gürgen ağacını budamaya tepeden başlamıştı. Alt dallar göründüğünden daha kalın ve her biri normal bir ağaç büyüklüğündeydi.
İhsan da ağacın gövdesine aşağı indikçe dallar kalınlaşmıştı. Epeyce dal kestiğine inanıyordu. Fakat fırtına uyarısı, onu ağaçtan inmeye zorlamaya başlamıştı.
Rüzgârla birlikte bir an önce inmeye çalıştı. Fakat fırtına ağacı öyle sallanıyordu ki, kendini bıraksa elli metre ileriye uçabilirdi. Onun için ne yapacağını şaşırdı. Altan şöyle yap böyle yap demek, deveye hendek atlatmak gibiydi.
İnmek isteyen fakat bir türlü beceremeyen İhsan, alttakilere tepki verse de ipi bir türlü dala bağlayamıyor ve arası açık olan dala sarkamıyordu.
Kendini dala bağla, inmeye çalışma, fırtınanın dinmesini bekle? Komutuna aldırmıyordu.
Ağaçtan cevap gelmemesi, yaşanan zorluğu gözler önüne seriyordu. Fırtınanın ipi bağlayacak kadar bir aralığa, izin vermesi gerçekleşse, kendisini iplen aşağıya sarkıtacaktı. Bu durumda ağaca sarılmaktan başka çaresi yoktu. Çaresizliğin verdiği korku dağları bekliyordu. Yapılan ikazları da duymamaya başlamıştı. Korkudan çıldırmak böyle bir an olsa gerekti. Fakat İhsan korkuya meydan okuyordu.
Düşmekle karşı karşıya olmayabilirdi. Fakat fırtınanın saldırısına karşı koyması, gücünü toplamasına bağlıydı. Gücüne kısmen de olsun eriştiğinde, iple sarkma imkanına kavuşsa bir alt dala inebilecekti.
Hedefi bir alt daldı. Çünkü inmesi gereken, alt dala ipsiz inemezdi. Aradaki mesafe iki insan boyundaydı. Alt dala sarkıp ayaklarını basmaya yer bulamıyordu. Fırtına ve yağmur birbirini tamamlamıştı. Arada yağmurun şiddetlenmesi de işin çabasıydı.
Savrulan damlalardan yüzünü koruyordu. Bizde ağacın arka tarafına geçmiş fırtınanın damlalarından sakınıyorduk. Damlalar sanki buz parçası gibi vurduğu yeri haşlıyordu.
İhsanın ağaçta tepeye yakın olması, rüzgâra avantaj sağlıyordu. Gelen yağmur da ona arkadaş olmuştu. Rüzgâr ve yağmur tüm insafsızlığıyla haykırıyordu.
Ağacın rüzgâra uyması ayrı bir sıkıntıydı. Çünkü resmen salınıyordu. Beşikten çok salıntı yaparak gidip geliyordu. Gövde kalın olmasa kırılacak diye de korkacaktık. Tek güvencemiz kırılma derdinin olmamasıydı.
Ağacın dibinde korkunun verdiği dirilikle, nelerden bahsediyorduk. Keşke daha küçük bir ağacı budamaya karar verseydik. Ne gerek vardı, bu kadar heybetli ağaca. Dallar da ağaç gibi. İşte gençlik, delikanlı olmak, böyle bir şeydi.
İhsanda gönül ferman dinlemiyor, kanı kaynıyordu. Gücüne güvenmesi doğruydu. Çünkü ağacı yarıya kadar budamak yeterliydi, diyerek bıraksa ve fırtınaya tutulmasaydı. Yaprak işini başarmış olacaktık.
İki yanlıştan bir doğru çıkmıyordu. Yanlış hareket İhsanı ağaca asmıştı. Elindeki ipi bağlamaya kalkmadı. Çünkü dinlenirken, fırtına da aralık verebilirdi. Dinlenip ipi bağlayabilme boşluğunu da bulabilse rahat edecekti.
Fırtınanın kuru yerimizi bırakmadığını söylemem gerekiyordu. Nedeni hareket kabiliyetimiz azalmıştı. Ağaçta asılı İhsan ise kesilmeye çalıştığı dala oturmuş su içinde yağmurun dinmesini bekliyordu. Ağacın gövdesinden hiç ayrılmıyordu. Bu durum da budama olayında deneyime örnekti. Yoksa yamaç paraşütü gibi, atlamak kaçınılmazdı.
Ağacın gövdesinden ayrılmadı ve kendine göre dinlendi. Çok az ara oldu. Fırtına şaşırmıştı. Saate yakındır devam ediyordu. Ara ile ipi bağlayıp aşağıya sıyrıldı.
Yere inen İhsan derin soluk aldı. Üşümesem ipi kısa sürede bağlardım ama ellerim buz kesti, dedi. Sevindik, hiçbir şeye bakmadan ormandan ayrıldık.
Ağacın yaprağına ne gerek vardı, demek zorunda kaldık.
Hasan TANRIVERDİ























