Samimi olmak, içten davranmak karşındakini ne kadar mutlu eder bir bilsen.
Riyakâr olmak, gözdağı vermek ise nefreti artıran sebepler arasındadır.
Kendini bilmez amirin biri, bilgisi kıt, birazda karakter zafiyeti içinde olduğu için diş geçirebileceklere gözdağı vererek kendi aklınca mahiyetinde çalışanlara uydurma kahramanlık hikayeleri anlatarak güya disiplini sağlamaya çalışıyordu.
Halbuki iğnenin deliğinden geçenler onu dinlermiş gibi yapıyor ses çıkarmıyorlardı.
Günün birinde, okula, saf, temiz yüzlü, heyecanlı “Fatih” isminde bir öğretmen atandı.
Müdür bir fırsatını bulup öğretmenlerin sohbetine katıldı.
– Yeni bir araba almıştım. Dayıoğlu ile birlikte Çorum’a gezmeye gidelim dedik. Kış mevsimiydi. Tam Sungurludan dönerken arabamız kara saplandı. Arkadan da bir kamyon gelip benim arabaya vurmasın mı. Tepem attı belimde on dörtlü ile buna sarayım dedim. “Dayıoğlu, ne yapıyorsun görmemiştir” boş ver deyince buna bir iki yumruk vurdum. Yoksa adamı delik deşik edecektim.
Sohbette bulunan mukallit bir öğretmen arkadaş:
– Ya o da bir şey mi? Geçenlerde yaylaya gittim. İki kişi kavga ediyor. Baktım ki iki omuzunda armalar, sağ belinde sürmene bıçağı, sol belinde bara belli tabancası olan, atın sırtında biri geliyor. Atından İndi. Kavga edenler onu görünce hemen ayrılıp hazır ola geçtiler. Biraz yaklaştım “kim bu dedim?” Baktım bizim Fatih.
Fatih o kadar saf ki
– “Ben değildim o” demesin mi?
Müdür, bir bozuldu bir bozuldu ki üç ay benimle konuşmadı ama otoritesi de yerle bir oldu.





















