Dalgalardan kaçar ve konağın önündeki babalara bağlanırdı. Boşaldığı yükü konağın ardiyesine taşırdı. “Garip bir hayat” diyordu. Konak ilgisini çekmiyordu, insanlar kendini beğenmişler, burunları havadaydı. İşini bitirir ve ardiyedeki odasına çekilirdi.
Hayal değil, gerçek olan kitapları ve köyündeki ondan çok şey bekleyen ailesiydi. Konak ile köyü arasındaki uyumsuzluğu beyninde çözmeye çalışırdı. Zihni allak bullak olur, başlama ile bitiş çizgileri kaybolurdu.
Konağa uymak, kendini inkâr manasına geliyordu. Konak hayalden de öte, bir ucube, bir ben etrafında dönen dünyaydı. Yoksa gezegenler mi desek, doğru olur bilemiyordu. Bunları düşündükçe inanç yönüyle sarsılsa da dikkate almıyordu. Mezun olmaya bakıyordu. Mezun olmak, ayaklarım yere değsin, kendime yeteyim ve dik durmasını bileyim, demekti.
İzinli olarak gittiği köyünde yaz işlerinde çalışırdı. Zevkle harman yerinde koştururdu. Buğdayı zevkle biçerdi. Zeytini zevkle toplardı. Yardım edecek komşu arardı. Kimsesi olmayanların işlerini de yürütürdü. Herkes birbirini tanır, yardımlaşır ve kötülük düşünülmezdi. Kimsenin arkasından konuşulmazdı.
Köyde insanlara baktıkça konakta yaşayanlara acıyordu. Acıyordu, desinler peşinde olanlara, kendi işini göremeyenlere. Hayal aleminde ve düş peşindeydiler. İnsan her an kendinden bahsedilmesini ister mi? Hayatı tanımadıkları için her olay karşısında isyanları oynuyorlardı. Kendilerinden üstün olanı sevmezler, bir kaşık suda ellerinden gelse boğarlardı. Onları köyüme götürmek istemem. Çünkü köydekilerin, neşeli, sevecen, büyüğe saygı yapılarını da bozarlar, derdi.
Gerçek yaşam sevgi ve saygıdan geçer. Kurulan dostluklarda, gerçek yaşamı aramalı insan.
Gerçek yaşamda inancı, bir kelime ve kavrama indirgemek basitliktir. Kendini üstün görme hastalıklı bir ruh hâlidir. Üstün olsan ne yazar, hava alanına daha çok uğrarsın. İçin kin ve hırs, dışın sahte gülücüklerle dolu beden sağlığını kaybetmiş olarak kıvranırsın.
Konağın müdavimleri, insanları “Hasta” ilan etti. Mikroplu varoşlardır dediler. Köylerde böyle bir düşünceyi anlamazlar ve asla kabul etmezler. O zaman köyün algısı konağın duvarlarından teğet bile geçmez.
Konakta çocuklara oyun alanı kurulmaz. Onların çocukları büyümüşte küçülmüştür. Çevresel etkileri dikkate almazlar. Geminin geldiği günler onlar için dönüm noktasıdır. Geminin gelmesine bir gün hazırlık yapar. Bir gün yükü depoya yığar ve bir gün de temizlik yapardı. Ondan sonra kitaplarına koşardı.
Gerçek yaşantının hüküm sürdüğü doğayla ilgili olarak, hiçbir düşünceleri yoktu. Halbuki köyün yaşantısı, akıl yoluyla kabullenmedir. Bu durum insan sağlığına ve kişisel güçlülüğüne nedendir.
Gemi gelecek ve konak beslenecektir. Toprakta yetişen bir sebzeyi, meyveyi görmemek insanı garipsetiyor.
Konak ve gemi de uyumsuzluk içerisinde ama alışılmış öyle gidiyor.





















