İki bin yirmi yılına saniyeler kala birçoğumuz yeni yıldan umutluyduk. Üzerimize kabus gibi çöken yılları elimizin tersiyle itip aklımıza bile getirmek istemedik. Daha doğrusu nasıl düşünürsen, o yıl öyle gider felsefesiyle yeni yılın da kötü geçmemesi için totem yaptık. Ama olmadı. Karabulutlar ülkemizin etrafında dolanmaya öyle başladı ki, hangi olaya yetişeceğimizi şaşırdık.
Önce Elazığ depremi ile sarsıldık. Japonya, Küba, Şili veya Yeni Zelanda gibi ülkelerde yedi üstü depremlerde hemen hemen kimse ölmez ve binalar hasar görmezken, ülkemiz 6,8’lik bir depremde; 41 kişi öldü. 1600 üstü yaralı verirken, onlarca bina da ağır hasar gördü.
Bir depremde bile birlik ve beraberliği sağlayamıyoruz. Elazığ Valisi, Çetin Oktay, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yapacağı basın açıklamasında mikrofonların açık olmasına yakalanıp Bakan’a kafasını uzatarak, “Kamuoyunda da algı çok iyi şu anda.” Diyerek talihsiz bir beyanda bulunuyor. Yine depremzedeler, soğuklarla boğuşurken, siyasiler senin depremin benim depremim polemiğini yaratarak 1999 Düzce Depremiyle kıyaslama yapabiliyorlar.
Yaşadığımız çağda, bir toplum nasıl dinin hurafeleri etkisinde kalabilir? Yıldız Teknik Üniversitesi gibi bir üniversitede ders veren bir profesör, (bence sözüm ona) “Elazığ depremi çocuk yaşta evliliğin yasaklandığı için oldu,” diyecek kadar cahilce konuşabiliyor! Bu tipler gündem değiştirmek için mi yapıyorlar, yoksa gerçek düşünceleri mi, her ne şekilde kamuoyu önünde böyle bir açıklama yapabiliyorlarsa, işin en vahim tarafı bu profesörleri susturacak birilerinin olmayışıdır.
Elazığ’da enkaz altında kalan bir kadının kurtarılma anında “Başım açık beni çıkarmayın.” şeklindeki sözleri de sosyolojik açıdan iyi irdelenmesi gereken bir konudur.
Deprem olduktan sonra, daha önce vergilerimizden kesilen deprem paraları gündeme düşüyor. Muhalefet ve sosyal medyada birçok kişi iktidara, “Toplanan 66 milyar TL’ye ne oldu? sorusu tartışılırken, bu kez Başkentgaz’ın Kızılay’a 8 milyon dolar vererek, bunun 75 bin lirasını kendilerinin almasını, geri kalanın ise Ensar Vakfı’na yurt yapımında kullanılmak üzere şartlı verilmesi haberi gündeme bomba gibi düşüyor. Kızılay Başkanı, şirketin vergiden kaçındığını ima ederek bir gaf yapmıştır. Kamuoyuna bir soru? Sizce Başkentgaz vergi mi kaçırdı yoksa vergiden mi kaçındı? Konu araştırıldıkça paranın ABD’de faaliyete devam eden TÜRKEN Vakfına aktarıldığını söyleyen de var, ortada olmadığını söyleyen de… Ülkemizde üniversite öğrencileri, gittikleri şehirlerde; kira, elektrik, doğalgaz faturaları gibi gıdaların pahalılığı ile boğuşurken ABD’de inşaatı devam eden 22 katlı süper lüks yurdunun kimlere hizmet edeceği veya başka bir amaçla mı kullanılacakları televizyonlarda hararetli bir şekilde tartışılmaya devam etmektedir. Bakalım bu konuda yargı harekete geçecek mi, yoksa bir çok olay gibi unutulanlar arasındaki yerini mı alacak?
Depremin yaralarını toplum olarak sarmaya devam ederken, Van’da meydana gelen çığ felaketi hepimizi derinden yaraladı. Düşünmemiz gereken ve üzerinde incelenmesi geren durum, kurtarmaya giden 33 kişilik ekibin ikinci bir çığ olayında hayatlarını kaybetmeleridir. Siyaset hiçbir zaman hız kesmez! Çığ olayı televizyonlarda naklen verilirken, birçok kanal, kameralarını Sayın Erdoğan’ın Kırıkkale’de yaptığı miting alanına çevirdi. CNN bu konuda en çok tartışılan kanal oldu. Ekranın sol tarafında çığ kurtarma görüntüleri, sağ tarafta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın miting konuşmasını verdiler. Miting sonunda partililere çay atılırken, Erdoğan’ın seçmenlerine, “Akşam çayınızı keyifle için” sözünü işitince, Van’da ölenler aklıma geldi. Çayını alıp evine gidenler, ölümlerin ardından sahiden akşam çaylarını keyifle içebilirler miydi?
CNN’den söz açılmışken, bu kanalın Demirören’e satışından sonra bir anda taraflı yayına dönüşmesi CHP yönetimini de kızdırmış olacak ki, bu kanala hiçbir partililerin çıkmaması yönünde karar aldılar. Ayrıca, partililer tarafından da izlenmemesi yönünde tavsiye ettiler. Basının geldiği noktaya bakın. Zaten dünya, basın özgürlüğünde diplerdeydik. Bundan sonra dibin de dibini göreceğe benziyoruz.
Bunları yaşarken, televizyonlarda “Son Dakika” alt yazısı ile Sabiha Gökçen Havaalanı’nda iniş esnasında bir uçağın sürüklenerek üçe bölünmesini ve bu kazada 3 kişinin hayatlarını kaybederken, bir çok yaralı olduğunu öğreniyoruz. Doğal olarak kazanın nedenleri üzerinde tartışmaya başlıyoruz. Suçlu kimlerdi? Hava şartları mı? Yetkililerce yorgun olduğu belirtilen pist mi? Yoksa pilot ile kule arasındaki anlaşmazlık mı? Bir pilotun konu hakkındaki görüşlerini televizyonda dinliyorum. Uçakların inişte rüzgarı önlerine, kalkışlarda ise arkalarında olmasının daha uygun olacağını belirtiyordu. İkinci pistin inşaatının da devam ettiğini öğreniyoruz.
Bütün bu olumsuzlukları yaşarken Erzurum’dan gelen bir habere sevindim. 487 yıl önce Pir Ali Baba tarafından başlatılan bir gelenek için esnaflar bir araya gelmiş ve bir dağa çıkarak karlar üstüne doğa afetlerinin gelmemesi ve yaban hayvanlarının aç kalmamaları için 2001 adet ekmeği sıra sıra dizip dua etmişler. Umarım diğer yörelerde de hayvanlar için böylesi bir etkinlik olur.
Ülkemin gariplikleri burada bitmiyor ki, dolandırılanları ekranda hayretler içinde seyrediyoruz. Müge Anlı’nın programına çıkan 7 kişi bidon dolandırıcılarına 2,5 milyon liralarını kaptırıyorlar. Programda bir illüzyonist bunun nasıl yapıldığının tatbikatını bile yapıyor. Yine din kullanılarak, karanlık bir oda, mum ışığı ve dolandırıcının “Sakın evden çıkmayın, 600 rekat namaz kılın. Bu boş bidonlar çil çil altın dolacak. Kimseye de haber vermeyin, yoksa altınlar gelmez.” Diyerek dolandırıp ortadan kayboluyorlar. Vay ülkemin insanı vay! Kimler aldatmadı ki onları? Siyasiler aldattı, Fener Davası ile YİMPAŞ’çılar dini kullanarak aldattılar. Jet Fadıl araba vereceğim diye aldattı. Telefonlarda kandırdılar. Hacılar hocalar kandırdı. Uzay ve Yapay çağın öne çıktığı bir dünyada, ülke olarak bir türlü uyanık bir toplum yaratamadık.
Dünyanın sorunları bitecek gibi değil. Savaşlar, çevre felaketleri derken, Çin’de meydana gelen Corona virüsü ile sarsıldık. Bütün ülkeler, bize de gelebilir telaşı ile önlemlerini almaya başladılar. Çin’den gelen vatandaşlarını karantinaya aldılar. Aşının olup olmadığını televizyonlarda tartıştık. Çin’de; yerlerle düşen, ağızlarında maskelerle gezen, kapıları çivilerle çakılanları gördükçe dünyanın felakete doğru mu sürüklendiğini düşündük biran. Komplo teorileri aklımıza geldi. Bunu yapanın da ABD olduğunu düşündük. Çünkü Çin’le ekonomik savaşları hiç bitmiyordu. Acaba? Sorusu gündemden hiç düşmedi. Bilim bu konuda önlemlerini almaya çalışırken, sağ olsun siyasetçilerimiz ile profesörlerimiz devreye girerek, bu virüsten korunmak için, dut pekmezi ile kelle paça çorbasının iyi geleceğini söylediler.
Ve ülkemde muayene edilen 411 ölüye 1 milyon liralık ilaç yazılmış. Aylardır işsiz olduğunu söyleyen bir vatandaş ise, Hatay Valiliği önünde “Çocuklarım aç!” diye kendini yakıp intihar teşebbüsünde bulunuyor.
Hukukta, siyasette, ekonomide, yaşamda, doğa felaketlerinde bizden başka bir ülke var mıdır? Bilemiyorum ancak, bundan sonraki günlerimizin insanlık açısından iyi geçmesi umudumla,
Sevgiler,
Ertuğrul ERDOĞAN
Sekizşubatikibinyirmi.