Art arda yaşanan dehşet verici olaylar toplumsal çürümenin, denetimsizliğin ve adaletsizliğin bir yansıması. Güven duygumuzu o kadar kaybettik ki, artık çocuklarımızı fanusa koyasımız geliyor.
Dehşet verici olaylar zinciri art arda yaşanıyor.
Dünya basınında “tecavüz” ve “işkence” olarak yer verilen 15 yaşındaki Muhammed’in yaşadığı vahşetin Türkiye’de “şaka” olarak değerlendirilmesi ve ilk etapta serbest bırakma kararı verilmesi, toplumun vicdanını paramparça eden bir karardır.
İstanbul’da bir otelde yaşanan zehirlenme olayının tek sorumlusu ilaçlama şirketi değildir. Ucuz fiyatlarla iş yapmaya zorlanan firmaların nitelikli eleman çalıştıramadığı, işvereni de çalıştırmadığı ortada. Otel sahibi neden ucuz fiyatı tercih etti? Denetim mekanizmaları nerede? İşveren zaten bürokrasi ve maliyetlerle boğulurken, nitelikli personel istihdam etmekte zorlanıyorsa bunun sorumlusu kim?
Aynı zincirin diğer halkasında hastane var. Hastaneye kadar ulaşabilen bir vaka nasıl olur da gerekli müdahale yapılmadan geri gönderilir?
Gıda zehirlenmelerinin son dönemde artış göstermesi neden araştırılmıyor?
Ekonomik sıkışmışlık, işverenleri “kaliteden kısmaya” zorluyor. Denetimler ya yetersiz ya da güncel olmayan mevzuatlar yüzünden tıkanmış durumda. Her akreditasyon sürecinde ciddi ücretler ödeniyor ama işleyiş hâlâ kağıt düzeninde. TSE’ye eksik evraklarımı dijital olarak ilettiğimde “dijital dosya tutmuyorum” yanıtı almam bunun en somut örneği. Yıl 2025 ama hâlâ çıktılarla, araçla personel taşımakla uğraşıyoruz. Devlet tüm yükü işverene yüklemiş durumda. Esnaf kan ağlıyor.
15 yaşındaki bir çocuk çalışmak zorunda kalıyorsa bu tabloya şaşırmamak lazım. Çocuk işçiliği hâlâ bu ülkenin gerçeği. Bir anne olarak söylüyorum; hiçbir ebeveyn çocuğunu tehlikeli bir ortamda çalıştırmak istemez. Demek ki zorunda bırakılıyoruz. Bu hale bizi kimler getirdi?
Öte yandan her gün yeni bir şiddet haberine uyanıyoruz. Berber dükkanına dalıp adam vuranlar, bir avuç tatlı çaldı diye yıllarca hapse atılan çocuklar, kadını öldürüp beş yılda çıkan katiller…
Bu nasıl hukuk?
Kanunlar kişiye ve bölgeye göre mi işliyor?
Emsal dosyalarını yan yana koysak, çizelge patlar: Bir öyle, bir böyle.
Halkın oyuyla seçilen belediye başkanlarının bir gecede içeri alınması da başka bir kaos. Suçu sabit olmayan insanlar içeride, suçu kesinleşmiş olanlar dışarıda dolaşıyor.
Açız…
Güvensizlik diz boyu…
Kadın olarak izbe sokaklarda tek başımıza yürümeye korkuyoruz.
Aracımızda bile güvende değiliz.
Aldığımız maaş kiramıza yetmiyor.
Depremden sonra hâlâ konteynerde yaşayan binlerce insan var. Hatay’a gidin, görün… Evlerinin yerleri belirlenmediği için kendi imkanlarıyla bile düzen kuramıyorlar.
Kartalkaya’daki faciada insanlar cayır cayır yanarken, bir günlüğüne kalan insanların “bu kadar para veriyor” diye küçümsenmesine tanık olduk. Ne ara bu kadar acımasız olduk?
Otelin denetimsizliği için herkes birbirini suçladı, peki sorumluluk nerede toplandı?
Artık çocuklarımıza İstanbul’da “Dışarıdan bir şey yemeyin!” der hâle geldik.
Paranoyak olduk.
Deli olduk.
Biz kime güveneceğiz?
Lütfen “Geçmiş olsun”, “Üzgünüz”, “Gereken yapılacak” gibi ezbere açıklamalar yapmayın. Çünkü hiçbir şey yapılmıyor. Çünkü her şey daha da artıyor.
Ve biliyoruz ki denetim yine önce küçük ve mikro işletmelere yüklenecek. Yük yine onların sırtına binecek.
Bir ülkede demokrasi, hukuk ve özgürlük gerçek anlamıyla yoksa o ülke, er ya da geç çürümeye mahkûmdur.






















