Körfezimize yeni göç etmiş, çevre edinmekte oldukça zorlanan iki arkadaşı trekking esnasında tanımıştım. Her ikisinde de ortarak paydamız sanattı. Her ikisi de eşlerinden ayrılmış sorunları ayrıldıkları şehirde bırakmışlardı.
Nedense onlara hem çevre, hem de yaşadığımız ilçenin karma, mozaik kültürünü, sosyal dokusunu tanıtma gereğini duyumsamıştım.
Zira uzun yıllar eşimin tedavisi için ayrılmak zorunda kaldığım körfezin insan yapısı oldukça değişime uğramıştı. Üstelik adım başı siteler inşaa edilmiş, Akçay betonlaşmış, binalar gökyüzüne ulaşmış, yeşillikler azalmıştı.
Yanısıra nüfus artmış, adım başı AVM ler görmekteydim. Üstelik dernekler enflasyonuna uğramıştı ilçemiz. Sosyal düzeni sağlamak adına gönüllü platformları kurulmuş, o platformun kimi yöneticileri ciddi olarak toplum adına kendisini adanımışsa, kimileri de küçük maddi çıkarlar peşindeydiler.
İnsanlar çakallaşmıştı.
Örneğin;
Evinde ufak çaplı tadilat yaptırmak mı istiyorsunuz? Vay halimize!
Malzeme almak için sizden “ödeyeceğiniz paranın yarısını alan usta” sırra kadem basıyordu…
Hem annemin, hem de benim başıma iki kez gelmişti!
Veya avukat mı arıyorsunuz?
Vay ki vayy halimize!
Şahsen ben 11 yıllık bedava oturan kiracımı çıkartmak için vekalet verdiğim S.A adlı avukat tarafından dolandırılmıştım.
Sözün kısası, Körfez çok göç almış ve ortalıkta dolandırıcı kol_gezmekteydi.
Peki, bizler kime güvenecektik?
Doğal olarak temkinli olup daha önce aldanmış,yanılmış, tuzağa düşmüş insanların önerilerine kulak veriyorduk.
Ve o yeni gelmiş iki O. A ve U. A adlı dürüst, sözünün eri iki beyefendi ile sözel dostluk anlaşması yapıp üç kafadar olmuştuk.
Baştan söylemiştim:
Ortak paydamız sanattı.
Eh, benim de hobi sanatım ahşap oymacılık ve dekoratif ahşap sanatıydı. Yani bu sanat erkek kuvveti gerektiriyordu. İki asistanım olacaktı.
Kol sıvadık. Malzemeleri alıp terasıma yığdım.
Bu arada onlar da yeni çevrelerine alışıyorlardı. Mental olarak bozulmamış iki dostum olmuştu.
Önceleri her şey yolundaydı. Sonraları kış gelince ben de kışlık evime gitmek zorunda kalmıştım. Körfeze henüz doğalgaz gelmemişti. Sık sık telefonla görüşüp irtibatımızı koruyorduk.
Üç ay sonra geri döndüğümde doğalgaz kapımıza gelmişti. Eh, ben de artık yaz kış körfezde yaşama hazırlıkları başlatmıştım.
Bu arada O. A adlı arkadaşım bana hem “hoş geldin” hem de akşam yürüyüşü için sahile davet etmişti. Ardından U. A adlı arkadaşımıza da “al sazını eline, koş gel” dedik…
Akşamın ilerleyen saatlerinde dalgaların periodik sesleri eşliğinde hem saz hem söz gecenin karanlığında kaptırmıştık.
Biz o akşam çok şendik. Ta ki, hiç tanımadığınız iki yabancı kökenli, yaşları 30 ila 35 olduğunu tahmin ettiğim iki bey gelene kadar.
Ellerinde bira şişeleri ile “abi ne güzel çalıyorsun ya…Dinlememizde bir sakınca yok ya…”
Daha onayımızı almadan anımıza gelip oturmuşlardı. Hafiften çakır keyiftiler…
Önceleri her şey yolundaydı. Sonra biri;
” Abi bi versene, ben de çalayım,” diyerek sazı U. A’ nın elinden aldı.
Bense sessizce izliyor, tepkisizliği tercih ediyordum. Onlar yanlarında getirdikleri ve poşetten devamlı bira çıkartıp hem içiyorlardı. Korkym ortamın gerilme ihtimaliydi…
Oldu da…
O beyler benim dostlara da bira ikram etmişlerdi. Sazı eline alan da sazın akort ayarlarını bozarak, tıngır mıngır çalmaya çalışıyorlardı. Diğer adamın gözleri göğüs dekolteme bir mıknatıs gibi yapışmıştı. Birasını yudumluyorken yan yan beni süzüyordu. Oldukça rahatsız olmuştum. Saç diplerim gerilmişti.
İçimden “ya sabır” tespihi çekiyordum.
Sazın sahibi U. A da biraz keyfi kaçmıştı. Çünkü o saz onun için çok kıymetliydi. Nasıl zorluklarla aldığını biliyordum. Nezaketinden susuyor ve sessizce ikram edilen birasını yudumluyordu.
İyice sinirlerim gerilmişti.
İki seçeneğim vardı: Ya kalkıp eve gidecektim, ya da bir şeyler söyleyecektim. Ben de hem sazın sahibini rahatlatmak amacıyla, hem de üzerimdeki bakışlardan kurtulmak amacıyla, sözcüklerimi kullanmayı seçtim.
” Bakar mısınız?Ne işiniz var burada? Ne çaldığınız bile anlaşılmıyor. Sizden rahatsız oldum! Gidin başka mekanda demlenin!”
Sözlerim hiç beklemedikleri bir anda onlara tokat gibi gelmişti.
Söylenene söylene kalkıp gittiler.
İki dostumu rahatlatığımı düşünmüştüm.
Onlara dönerek ” İyi oldu değil mi? Rahatladık” dediğimde hiç de olumlu karşılanmamıştım.
” İnciticiydiniz!”
“Yanlıştı tavrınız!”
” Daha ılımlı olmalıydınız!”
Gibi sözleri duyunca sessizce oradan ayrılmıştım. Çünkü;
Anlaşılmamıştım!
Kırılmıştım!
Bu davranışımın asıl nedenini onlar hiçbir zaman da anlamamışlardı.
Sonra ki süreçte, ben de gerek duymamıştım zaten.
Ne deseydim ki?
Biz biraz kafa dinlemek istemiş ama kafamız ağrıtılmıştı.
O akşam, gelecekle ilgili tüm projeler rafa yattığı gibi iki arkadaş körfezin kaotik atmosferinde kaybolmuşlardı.
Kaprisim, ayrılığımızın miladı olmuştu.
Emine Pişiren/Akçay























