“Buyurun.” diyerek işine devam etti. Neden sonra masasının önünde ayakta bekleyen kadına baktı. “Şey.” dedi çekinerek kadın. “Beni size gönderdiler.” Memure hanım durumu hemen anladı. Ne de olsa yıllardır bu işi yapıyordu. Leb demeden leblebiyi anlıyordu. Üstelik halkla ilişkileri de seviyordu. Ayakta bekleyen kadının elindeki makbuza gözü ilişti. Elektrik sayacı kesim kâğıdının şeklinden anladı. Bu günlerde hep bu işle uğraşıyordu. Kapı aralığından sırada bekleyenlere baktı. Hepsi kadındı. Geçmişe dönük faturaları bulacak, tarihlerine göre affa uğrayanları tespit edecek, yekûn ödemeden düşecek, sonra da kalanları tahsil edecek, elektrik sayacını açtıracaktı. Üstüne üstlük diğer faturaların da affı için dil dökenlere bir sürü şey anlatacaktı. Saatine baktı, öğle arasına daha çok vardı. “Hepsini yetiştiririm.” diye düşündü.
Sandalyeyi işaret eden memure hanım “Buyurun oturun.“ diyerek kadının elindeki makbuzu istedi. O da “Hepimiz beraberiz.” diyerek koridorda bekleyen diğer kadınları gösterdi. Başıyla gelmelerini işaret etti. Onlar da ellerindeki makbuzları uzatarak sessizce geçip sandalyelere oturdular. Etajerin üstündeki radyodan sanat müziğinin dingin makamı odaya huzur yayıyordu.
Elindeki makbuzda bakınca şaşırdı bir an. Makbuzları tek tek gözden geçirince, başını kaldırıp odasında bekleyen dört kadına baktı. En küçüğü yirmi beş, en büyüğü de kırklı yaşları gösteriyordu. İçten içe “Bizden hiçbir farkları yok. Adresi bilmesem asla tahmin edemezdim. Nasıl tahmin edebilirdim ki zaten. Onlar da herkes gibi insan.” diye düşündü. Bir müddet ne yapacağını, nereden başlayacağını bilemedi. Şehrin biraz dışında bulunan genelevin adresi vardı makbuzlarda. O bölgedeki yerleri elindeki planlardan biliyordu. “Müdür Yardımcısı Yücel Beyi mi çağırsam .” diye aklından geçirdi. Vazgeçti.
İş yerinin en alt katındaki odasında işlemleri yaparken, erkek personelin çoğu kapı önünden geçerek kadınlara bakıyordu. Bu durumdan rahatsız olan memure hanım, yerinden kalkarak kapıyı kapatmak istedi. Odaya ilk giren kırklı yaşlardaki kadın sitemli bir ses tonuyla “Kapatmayın, memure hanım, kapatmayın. Bizi alaylı seyredenlerin çoğu tanıdık. Şimdi onlar namuslu, biz genelevi kadınlarıyız. Oysa şu az önce hızlıca bakıp geçen daha dün benim yanıma zil zurna sarhoş olarak gelmişti. Bırakın baksınlar memure hanım, bu durum bizim yeni yaşadığımız bir şey değil. Bırakın iğrenç nefisleri, köpüklü salyaları burada da aksın. ” dedi.
Olanlar karşısında memure hanımın vicdanı sızlamıştı. Bir kadın olarak kanına dokunmuştu. Sonra kapısının önünden geçip giden mesai arkadaşlarına baktı. O saygı duyduğu insanlar bir anda gözünde küçüldü. Gördükleri karşısında bir tiksinti sardı bedenini. İğrendi, midesi bulanır gibi oldu. Derin nefes alarak yutkundu.
“Bu nasıl bir dünya.” dedi sessizce. Yakında oturan kadın, “Bana göre berbat, bakıp gidenlere göre yaşanası.” dedi. Sesinin duyulmasına üzülen memure hanım, masasındaki telefonun ahizesini kaldırarak çay söyledi. Çaylar içilip bittiğinde işlemleri tamamlanan kadınların üçü teşekkür ederek odadan çıkıp gittiler. Memure hanım merhametli gözlerle arkalarından bakarken yaşça büyük olan kadın kahırlı ses tonuyla anlatmaya başladı. “Birimizin diğerinden farkı yok, hepimiz çileli, hepimiz perişan. Biliyor musunuz hepimiz yapayalnız ve kimsesiziz. Şu önde giden yirmi yedi yaşında evliliğinin sekizinci ayında kayınpederi tecavüz etmiş. İnandıramamış kimselere. Kendisine, ne kocası, ne ailesi sahip çıkmış. Oradan oraya savrulmuş durmuş. Sonunda da… Onun yanındaki kızıl saçlı olana babası tecavüz etmiş. Ama ailesi babasına iftira atıyor diye sokağa atmış. Birçok şey geçmiş başından… En arkadaki uzun boylu olan da zengin adam diye aldanmış evlenmiş, sonra da geneleve satılmış. Her birini anlatsam roman olur derler ya, ben öyle demiyorum artık. Bu konuda o kadar çok roman, o kadar çok film yapıldı ki, toplum içinde bu durum önemsenmez hale geldi. Bizim sahte isimlerimizin önündeki sıfat yine aynı. Kimsenin bizi gerçek hâlimizle, derdimizi bilip, ilgilendiği yok. Onun için roman olsak ne çıkar, film olsak ne çıkar? Ancak belki bir müddet içiniz yanar, yüreğiniz sızlar, sonra her şey kaldığı yerden devam eder gider. Bizdeki yaranın derin izlerini kim, neyle kazıyabilir ki? İşte görüyorsunuz. Herkes gibi biz de buraya borcumuz olan elektrik faturalarını ödeyerek, kapatılan sayacımızın açılmasını istemek için geldik. Görüyorsunuz işte bize giydirilen elbise, bizi her yerde çırılçıplak gösteriyor.” Elinde tuttuğu çay bardağının dibinde kalan son yudumu içti. Boş bardağı sehpanın üstündeki tabağa koyunca “Bakın efendim, bizim içimizi, ruhumuzu, bedenimizi, damarlarımızdaki kanımızı emerek bu boş bardak gibi boşalttılar. Onlar bunu yaparken değişmediler, biz ise genelev kadını olduk. Sanki biz mi istedik? Biz mi dedik etimizi satın, yiyin? Ah memure hanım, gözlerinizdeki o merhameti, o hüznü gördüm, bize insan muamelesi ettiniz. Sağ olun.” Kadın anlatırken memure hanım kahve istedi odasına.
İşlemleri bitiren memure hanım gülümseyen yüzüyle makbuzların bir kısmını kadına uzattı. Kahvesini yudumlarken kapının önünden gelip geçen erkeklere baktı kadın. Acı bir tebessüm belirdi dudaklarında. Başını yere eğerek derin bir iç çekti. Yere kilitlenen gözlerinden iki damla yaş düştü. İçlerinin en yaşlısıydı. Belli ki yaşadıkları onu yaşarken öldürmüştü. “Kanser hastayım, ileri evredeymişim. Öyle dedi doktor. Ölmeme az kaldı, aslında ölmeme değil memure hanım, kurtulmama az kaldı. Ölüm yaşadıklarımdan daha korkunç olamaz diye düşünüyorum. Ha devlete borcum harcım kalmasın istiyorum. İnsanlara ise hiçbir borcum yok. Onların bana bir ömürlük borcu var. Yaşamak nedir bilmedim. Aslan avını parçalar gibi, beni parçaladılar. Od gibi yandı ömrüm ve hiç sönmedi. Yanan ruhumun, yanan bedenimin, yanan insanlığımın yanında, kanserin acısı nedir ki? Belki de benim kurtuluş ve özgürlük kapımdır.”
Memure hanım kadını yargısız, yorumsuz, sorgusuz dinliyordu. Sözünü kesmiyor içten içe de hayatını anlatmasını istiyordu. Öyle bir huyu olmamasına rağmen bir merak sarmıştı benliğini. Memure hanımın naif hali, hoş sözleri kadına sakinlik ve güven veriyordu. İlk kez yargılanmıyor, ilk kez küçümsenmiyor, aşağılanmıyor, azarlanmıyordu. Yıllardır aradığı dert ortağını bulmuş gibiydi. Anlattıkça ferahlıyor, kendisini iyi hissediyordu. Biraz da keyfi yerine gelmişti. Kapı önünden bakıp geçenler artık onu sinirlendirmiyordu. Hatta bakanlardan bir ikisine laf atarak utandırdığı bile oldu.
Birkaç dakika sessizlik arasında kadın radyodaki müziğe dikkat kesildi. “Geçti ömrün nevbaharı.” çalıyordu. Memure hanım ise kadının hayatını düşünerek önündeki dosyadan diğer faturaları ayıklıyordu. İçinden “Acaba sorsam ayıp olur mu? Neden bilmiyorum ama merak ediyorum işte. Neyse bir çay daha söyleyeyim, işi biraz uzun sürecek gibi. Öğlen arasına yetiştirebilsem bari… ” diye düşünüyordu.
Memure hanım, kadının “Çocuktum, çocuk aklım oyundan başka hiçbir şeye ermiyordu.” sözleriyle irkildi bir an. Ne kadar dalgın olduğunu düşünürken, elindeki kalemi dosyanın arasına bıraktı. Kadın ise hem radyoyu dinliyor, hem konuşmak için memure hanımın yüzüne bakıyordu.
“Ben de sizin gibi olmayı hayâl ettim hep. Ama olamadım. Hem çocukluğumu hem bütün hayatımı elimden aldı o amcam olacak adam… İçimden sövmek geliyor ama size karşı ayıp olur. Daha on iki yaşındaydım, düşünün on iki yaşında olan bir çocuk ne anlar.” Memure hanım yerinden kalkıp aralı duran kapıyı kapattı. Yerine oturduğunda kocaman kadının nasıl da masum bir çocuk gibi boyun büktüğünü gördüğünde üzüldü. Ne diyeceğini bilemeden onun yüzüne baktı. Yüzündeki belli belirsiz çizgileri fark etti, sanki yaşadıklarının ispatı gibiydi. Uzanıp radyonun düğmesini kapattı.
“Benim hayatımın böyle olmasına ailem dediğim amcam sebep oldu. Bu güne kadar hiç bir şeyi seçerek yaşamadım. Demek ki bazı insanların tercih hakkı yok. Herkes gibi yuva kurmak isterdim olmadı. İnsanların tahmin edemeyeceği kadar küçük yaştan beri bu işi yapmak zorunda kaldım. Daha on iki yaşındayken bizimle aynı evde yaşayan kırk yaşındaki amcam tecavüz etti bana. Annem ve babam o gün evde yoktular. Ben de arkadaşlarımla kapımızın önünde oynuyordum. Amcam gelip elimden tuttu ‘Hadi eve gidelim yeter dışarıda oynadığın.’ diyerek eve doğru yürüttü. ‘Evcilik oynayacağız, sen anne ben baba olacağım. Bu oyunu kimseye söylememem gerektiğini tembihledi. ‘Söylersen annen ve baban ölür’ dedi. Ben de çocuk aklımla söz verdim. Heyecanlıydım yeni bir oyun öğreneceğim diye. Sonra ne oldu biliyor musunuz memure hanım? Amcama hapse girdi, ben de evde hapis oldum. Artık okula gidemiyordum, herkes bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Babam kahrolmuştu. Beni bağrına basarak ağladığında yüreğinin nasıl yandığını hissedebiliyordum. Annem ise odalarda sessiz sessiz ağlıyor kendisini suçluyordu. Benim ise aklım okulumdaydı.
Aradan iki ay falan geçmişti, bir gece karnımın ağrısıyla ağlayarak uyandım. Babam ve annem koşarak yanıma geldiler. Beni ayağa kaldırdıklarında bacaklarımın arasından kan sızıyordu. Hastaneye gittik. ‘Baba o gelmesin artık.’ diyerek çırpınıyordum. Meğer karnımdaki bebeği düşürüyormuşum. İki gün sonra eve getirdiler beni. Çok yorgundum, karnımın içi ağrıyordu. .
Aradan geçen iki yıl bana azap olmuştu. Başıma gelen dehşeti daha iyi anlıyor, insanlara kin besliyordum. Bana sahip çıkamadıkları için annemi, babamı suçluyordum. Babam bu acıya dayanamayarak kalp krizinden öldü. Annem duldu, ben de kirlenmiş babasız bir çocuktum artık. Çok çaresizlikler yaşadık. On dört yaşıma geldiğimde bana dul ve yaşlı bir adam görücü geldi. Annem ‘Sen lekelisin seni kim alacak, bundan daha iyisini nereden bulacağız?’ diyerek üç beş kuruş başlıkla beni adama verdi. Mahalle arasında düğün yapıldı. Giydirdikleri gelinlik kiralıktı ve şişman bir bedene göreydi. Saçımı evde yaptılar kırmızı ruj sürdüler. Ne halde olduğumu siz düşünün memure hanım. Ben ise programlanmış robot gibiydim, git diyorlardı gidiyordum, gel diyorlardı geliyordum. Yerlerde sürünen gelinliğimin belinde kırmızı kuşak, başımda al duvak vardı. Davul zurnayla eski bir arabaya bindirerek yolcu etti annem beni. Arkamdan ağladığını gördüğümde bir umutla, ‘Gönderme beni.’ diye yalvardım. Annem sesimi duymadı benim.
Kocamla birkaç gün otel odasında kaldık. Sonra beni bir yere bıraktı gitti. Bir daha da görmedim onu. Ve ben hâlâ oradayım memure hanım. Yani genelevde. Koca denilen adam beni para karşılığı satmıştı oraya. Bunu sonradan öğrendim.
Ağlamayın biz de hayatın diğer yüzüyüz. Onlar namuslu biz…”
Masanın üstündeki ödeme makbuzlarını alarak sandalyeden kalktı kadın. Memure hanım da ayağa kalkarak yanına gitti. Hiçbir şey diyemedi. Gözlerine bakarak omzuna dokundu.
Bir elinde çantası, bir elinde makbuzu, sırtında yaşadıklarının yükü… Kapıdan çıkarken bir an durdu, düşündü ve geri dündü. “Ben gelin olduktan birkaç ay sonra annemi evde ölü bulmuşlar. Amcam mı memure hanım? Amcam ise her yerde… Evde, sokakta, genelevlerde, çocukların peşinde.” diyerek yavaş adımlarla yürüdü.