Kimi görüşlere göre, felsefe tozlu raflardaki kitaplarda kalmış, sıkıcı, gerçek yaşamda karşılığı olmayan gereksiz bilgilerden oluşur. Üstelik ağır ve ulaşılmaz bir şeydir. Herhangi bir konuda tartışmaların boyutu biraz derinleşince, gereksiz bir şey yapılıyormuş gibi “ felsefe yapma şimdi” biçiminde bir tepki alınabilir. Oysa ki, felsefe bir tür düşünme etkinliğidir ve her insanın yaşamında filozof olduğu anlar da vardır. Niye olmasın ki? İnsan bir yanıyla akıl sahibi bir varlık olduğuna göre, bir tür akıl ürünü olan felsefenin dışında nasıl kalabilir? Konuyu, şimdilik Eski Yunan felsefesinin bir parçasını sınırlayarak açmaya çalışalım. Önce ilk filozofların doğaya ilişkin görüşlerine yer verelim.
Felsefe deyimi, Yunanca philosophia sözcüğünden geliyor. Kısaca, philosophia; bilgiyi ve bilgeliği sevmek demektir. “Batı felsefesi kimle başlar?” sorusu için, hemen akla geometrici Miletli Thales gelir. Antik Yunan’da filozofların öncelikle doğadaki her şeyin ana maddesini sorguladıklarını öğreniyoruz. Thales’e göre “su her şeyin anamaddesidir, her şey sudan türer ve suya döner”. Thales’den sonra, Anaximenes, Heraktleitos, Pythagoras ve diğerlerini görüyoruz. Anaximenes’e göre “ilk madde havadır, çünkü hava bütün evreni kuşatır”. Heraktleitos’da ise evren ateşten meydana gelmiştir. Evrendeki değişme belli bir düzen ve akıla (logos’a) göre gerçekleşir. “Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız” diyen Heraktleitos, evrende başı sonu olmayan bir değişmenin olduğunu, bu akan süreç içinde hiçbir şeyin durup aynı kalmadığını söylüyor. Pythagoras ise, her şeyin başlangıcında sayının olduğundan, ayrıca evrendeki çokluk ve karmaşada matematiksel bir düzenin ve sayısal bir gerçekliğin varlığından söz etmektedir. Şurası açık ki, Antik Yunan felsefesinde ilk filozoflar önce doğayı anlamaya çalışmışlar. Bu amaçla, doğa hakkında doğru bilgilere ulaşmak gibi bir işlev yüklenmişler felsefeye. Sonra da felsefenin konusu insan olmuş ve insana yönelmiş yüzyıllarca… Yazılı kaynaklardan Thales’in M.Ö. 6. yüzyılda yaşadığını anlıyoruz. Demek ki batı felsefesi de yaklaşık 2600 yıllık bir geçmişe sahip.
Yunan toplumunda M.Ö. 5.yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşen siyasi ve ekonomik gelişmeler bilginin bir değer ve güç olmasına yol açar. “Başarılı bir yurttaş nasıl yetiştirilir?” sorusu o dönemin Atinasın’da mevcut eğitim sisteminin enine-boyuna sorgulanmasına ışık tutacaktır. Sofistler (bilgili kişiler) olarak bilinen kimi düşünürler şehir şehir dolaşarak para karşılığında çeşitli konularda eğitim verirler. Sofistlerin öncülerinden Protagoras’a göre, iyi bir yuttaş yetiştirmede en önemli şey “gençlere söz söyleme sanatını (rhetorik’i) öğretmek olmalıdır”. Bu sanat, kişinin her türlü başarıya ulaşmasında çok önemli bir adımdır. Sofistler, “her şey kesindir, yanılma diye bir şey yoktur” biçimindeki eğitim görüşleriyle bilgi boyutunda şüpheyi dışarıda bırakırken, “insan her şeyin ölçüsüdür” anlayışıyla da etik değerler alanında herkesin kabul edebileceği bir doğru ya da bir ölçünün bulunamayacağını iddia ederler. Sofistlerin bu göreceli yaklaşımları ilkçağın en büyük düşünürlerinden biri olan Sokrates tarafından kıyasıya eleştirilir. Bu iki görüşün bilgi ve etik boyutunda taban tabana zıt ayrılıklarını görmek mümkün.
Sokrates’e göre insan düşünürse, araştırırsa gerçeği görebilir, herkes için genel-geçer olan sağlam bilgiye ve değerlere ulaşılabilir. Fakat bu kolay bir iş değildir, araştırmayı ve sorgulamayı öğenmek gerekir. Sokrates, çarşı-pazar dolaşarak kendine özgü diyaloglarıyla düşüncelerini yayabiliyor ve insanları etkileyebiliyordu. “Ben bir şey bilmiyorum, bir şey bilmediğimi biliyorum” biçimindeki yaklaşımıyla insanları düşünmeye cesaretlendiriyor, öğrenmede çok önemli adım olan sorgulama aşamasını kazandırıyordu. Böylelikle hem halkın sevgisini kazanıyor, hem de fikirleri kabul görüyordu. Tam bir eğitimciydi Sokrates, büyük kişiliği, etkileyici diyalogları çok büyük hayranlık uyandırmıştı. Ne yazık ki bu büyük filozof sofistlere karşı koymanın kurbanı olur. Yaşamının sonlarına doğru yaklaşırken gençliği baştan çıkarmak ve Atina’ya yeni Tanrılar getirmeye kalkışmak gibi bir iddia ile suçlanır, yargılanır ve M.Ö. 399 yılında da zehirlenerek hayatına son verilir.
Bu trajik olaydan sonra, Sokrates’in öğrencileri onun görüşleri çizgisinde okullar oluşturur. Bu okullarda Yunan felsefesinin sistematik dönemini oluşturan kimi düşünürlerin yetiştiğini görüyoruz. Bunlardan, Platon’un ve Aristoteles’in o döneme damgasını vurmuş ve ayrıca felsefenin bütününde de çok önemli temel taşlar olduğu belirtelim. Platon, Sokrates’in öğrencisi, hocasına çok derin saygısı ve hayranlığı var. Bü yüzden bütün diyaloglarını hocasının adıyla yazmış. Bu problem düşünürü büyük filozof, Sokrates’in kaldığı yerden devam eder, hatta olgunluk döneminde hocasının öğretisini aşar ve kendi özgün yöntemiyle felsefi söylemini oluşturur. Bir başka anlatımla, Platon, Sokrates’in sofistlerle mücadelesinin temelinde olan bilgi sorununa açıklık getirir: Şöyle ki; bilginin nesnesinin varlıksal özelliklerini dikkate alarak bigiyi türlerine ayırır. Böylece, bilgi felsefesinde görülenlerin, düşünülenlerin tür olarak bilgi farklılıklarını ortaya koymuş ve Sokrates’in yarım bıraktığı bir şeyi tamamlamış olur. Görünen şeylerin bilgisi, yapısal özellikleri bakımından bir tür tasarım, kanı ya da fenomendir. Bu tür bilgiler insanı yanıltabilir, dolayısıyla genel-geçer bilgi olamaz. Peki, insan nasıl bir yöntemle doğru bilgiye ulaşılabilir? Günümüzde etkili bir öğretim tarzı olarak bilinen “Sokratik Metot”, Platon’un felsefesinde kişinin filozof olurken yürüdüğü ve bir filozofunda kişiyi yürüttüğü yoldur. Bu yürüyüşte, yolu yürüyen kadar yürüten, eğitilen kadar eğitenin de önemli görevleri vardır. Böyle bir yürüyüş, ancak iyi bir yol göstericiyle yapılabilir.
Bir tür soru sorma ve cevap verme – verdirme ustalığıdır Sokratik Metot. Öyle bir ustalıktır ki bu, eğiticinin sorduğu sorularla ve verdiği yanıtlarla, eğittiği insanın bildiği sandığı şeyleri bilmediğini göstermesindeki ya da bildiklerinin yanlış olduğunun anlamasındaki ve doğru olanı buldurmasındaki ustalığıdır. Sıkı bir akıl yürütme biçimi olan bu yöntemle; eğitici, önce eğittiği kişinin yanlış inançlarını ortaya çıkarmakla işe başlar, sonra bu tür yanlışları tek tek zihinden temizler. Daha sonra da, kişiye doğru bilgiyi buldurmak için ip ucu verir, onu cesaretlendirir ve araştırmaya yöneltir. Eğitilenin doğru bilgiye ulaşması elbette yetmez, ayrıca doğrunun neden doğru olduğunu ispat etmesi gerekir. İşte, kişi bu aşamaları yerine getirerek araştırmanın, sorgulamanın ve doğru olana ulaşmanın yolunu yöntemini öğrenecektir.
Aradan çok uzun bir zaman geçse de, insanlık Sokrates’in doğruluk ve hak yolunda ölüme gittiğini unutmadı. Onun onurlu savuması dillere destandır. Platon bir Sokratesçiydi, eğitimin en temel kavramı olan bilgiyi ele aldı ve temellendirdi. Amacı, “başarılı bir yurttaş” deyimiyle doğrudan ve bire bir ilişkili olan bilginin doğasını açıklamaktı. Platon’dan sonra öğrencisi Aristoteles, Platon’un bıraktığı yerden devam etti. Eğitimde bir diğer önemli konunun, yani erdem kavramının felsefi dayanaklarını ortaya koydu. Bu parlak dönemde, eğitimin merkezinde her zaman felsefe oldu ve eğitim felsefeyle birlikte yol aldı. Ne zamanki felsefe eğitimin dışında kaldı, insanlar “eleştirel akla” değer vermedi ve toplumlar da geri kaldı.




















Mehmet Bey, Aramıza hoşgeldiniz.
Kaleminize sağlık, yorucu gibi görülse de doyurucu bir yazı olmuş.
Mehmet bey, Eğitim ve felsefe paylaşımınız bilgilendirici bir yazı olmuş. Tebrikler… Hoş geldiniz.
.