AKP’nin 2002’den bu yana oluşan hükümetleri (Abdullah GÜL – R.Tayyip ERDOĞAN – Ahmet DAVUTOĞLU – Binali YILDIRIM + AKP’li Cumhurbaşkanı) dönemlerinde hep DİN endeksli propagandalar yaptılar. Artı, bunu Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yunus Emre Ahmet Kaya, şiir ve sözleriyle süslediler!
Çok da başarılı oldular.
İki kelimeyle; Helal olsun.
Tabandan ses çıkmadı, itiraz olmadı, biattan taviz verilmedi, konuşulacak konular bile liderin sözlerinden seçildi.
Çatlak ses çıkmaması, kenetlenmeleri onları büyüttü ve üç – dört dönem ülkeyi yönetme başarısı getirdi!
Bu başarı onların kamu, kurum ve kuruluşlarda kökleşmesini sağladı, çoğunluğu sağladı, söz sahibi olmalarında etkin kıldı.
Demokratik veya değil, doğru – yanlış da demeyeceğim; başarıyı sağladılar o kadar.
İstenen de bu değil mi?
Aşağı yukarı 18 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz!
İlk iktidar olduklarında 10 yaşında, her şeyden habersiz olan çocuk, bugün 28-30 yaşında bir delikanlı, genç kız!
AKP; siyasi, dünyevi, uhrevi, politik, yandaş TV haber ve görüntüleri ile de birebir aileye her gün misafir girmiş, söylemek istediğini söylemiş, karşısında bir tek muhalefet liderini muhatap almamış, tartışmamış, sen – ben kavgasına girmemiş ve adeta bir uyuşturucu gibi beyinlere görsel olarak da tek olarak hitap etmiş bir güçlü yapı ile bugüne gelmiş oldu!
Buna bir de ahret görüşlerini hacı – hoca – TV lerde din sohbetleri ile takviyesini düşünürseniz; diğer siyasiler açısından yakalanması imkansız olan bir yola girilmiş olduğunu görürsünüz!
Bunun beyinlerde oluşturduğu hasar, ya da bilgi birikim çok büyük!
Tartışma yok ki; doğruyu bilesiniz, diğer siyasilerin sesini duymuyorsunuz ki; Türkiye’nin Recep Tayyip ERDOĞAN’dan başka siyasi liderlerin de olduğunu çocuklar düşünebilsin! Yazılı, boyalı basını geçin, revaçta olan görsel medya TV’lerin, AKP’li kesim tarafından izlenen kanallarının yanı sıra, devlet kanallarının da emre itati, güce güç kattı, büyüdükçe büyüdü! Gelişip büyümesinde, kök salmasında can suyu oldu.
Demek istediğim AKP, nüfüsunun %95’i müslüman denen Türkiye de dini çok iyi kullandı, kullanıyor.
Kadrolar o kadar dindar olmasa da resmi kanallar başta olmak üzere yandaş, özel TV kanallarında da yalan, yanlış, karışık-uyduruk din sohbetleriyle bir şekilde destekleniyor.
Bu düşüncelerle büyümüş, gelişmiş, 30 yaşına kadar gerek eğitimle, gerekse TV görselleriyle beyni yıkanmış genç nesli değiştirmek, sanıldığı kadar kolay olmayacak. Bu bir gerçek.
Zor amma imkansız da değil.
Zira imkanlar çok.
İmkansızlık diye bir şey yok!
Her şey çalışma ile mümkün.
Program ve akılcı, net anlatımlarla mümkün.
Şöyle ki;
Çok zor şartlarda, imkansızlıklar içerisinde, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahına rağmen Büyük Önder ATATÜRK’ün il il gezerek, toplantılar yaparak, kongreler gerçekleştirerek…
Düşünsenize; TV yok, akıllı – akılsız telefonlar yok, sadece ve sadece zor şartlarda gizli çıkarılan mahalli gazetelerin ve tellerle (!) haberleşmenin sağlandığı telgrafların olduğu dönemde yerinde ve kullanıldığında güçlü silaha dönüştüğünü
Büyük değil; çok çok büyük başarı. HİÇ BİR ŞEY İMKANSIZ değil.
Sözün Özü!
ATATÜRK’ün gençliğe hitabını asla ve kat’a unutmayalım…
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! (1927)
gazete2000@hotmail.com


















