Bir zamanlar hırsızlar geceleri kapımızın önünde dolaşırlardı.
Biz de kapıya üç kilit, pencereye de hem demir, hem de adı üzerinde “hırsız kilidi” takar, içimiz rahat uyurduk.
Çünkü bilirdik ki hırsızların kapıdan, pencereden girdiğini. Gerçi, hırsıza kilit işlemez ya… Olsun, tedbir tedbirdir.
Şimdi kapı yok.
Pencere yok.
Duvar yok.
Dijital dünya, görünmez sokaklar ve sınırsız dijitel odalar kurdu bize.
Artık paralarımızı, kimliklerimizi, anılarımızı ve hatta kalplerimizi çalıyorlar.
Üstelik bazen tek bir tıklamayla, bazen bir gülümsemenin ardına saklanarak, bolca sanal yalanlar cömertçe havada uçuşuyor.
Eskiden “Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma” derdik; şimdi kimin komşu, kimin hırsız olduğunu bilemiyoruz.
Kilit dediğimiz şey artık metal değil; parola, şifre, farkındalık.
Ve kalbimizi koruyan şey, belki de en çok “geç tanımak” sabrıdır.
Çünkü dijital çağda, en değerli hazinemiz kalbimiz yani güvenimizdir.
Güven, sadece başkalarıyla ilişkilerde değil, insanın kendi zihninde ve kalbinde de en temel dayanak noktasıdır.
O sarsıldığında, düşünceler bulanır, yargılar karışır, hatta kendi iç sesimize bile şüpheyle yaklaşırız.
En kıymetli hazinemiz, görünmeyen ama her adımımızı taşıyan o güven duygusudur.
Onu bir kez çaldırdık mı, geriye yalnızca boşluğa düşen bir ruh kalır.
Akıl, yıkılan kalenin burçlarından firar eder;
kalp, kendi evinde bile yabancı gibi üşür.
Ve onu çalan, çoğu zaman cüzdanımızı çalandan daha tehlikelidir.
Aman dikkat!
Emine Pişiren/ Akçay























