Çığlık derin ve içtendi. Çığlık yaklaştıkça, tizleşiyor ve kulak tırmalıyordu. Derinden bir çığlık sarsmıştı, bizleri. Derinden.
Sabahın sisi, iyiye işret değildi. Salondakiler, sessizdi. Bir sarsıntı, binayı çöktürebilirdi. Bir sarsıntı ve büyük bir çığlık.
Hayatın anlamını bu kadar basite indiremezdik. Bina başımıza yıkılacaksa, neden kaçmıyorduk. Heyecan anında, kalkıp kaçmaya başladık. Gözlerimiz meydandaydı, bizden önce gelenler olmuştu.
Birkaç bina enkaz haline gelmişti. Peşimize gelenin olmamasına hayret ettik. Soğuk, korkulu rüya haline gelmişti. Korkudan içimiz ürperdi ve titredik. Arkadaş, eski binanın kolonlarıyla ilgili, kontrolümüz sürüyor, dedi.
Sallantı büyüktü. Kaçmayanlar enkaz altına girmişti. Korkudan ateşe sokulduk. Soğuk, bizi ateşe atmıştı. Ateşe, daha fazla yanaşamadık. Battaniyenin altında iki gün kaldık. Çığlığın yerini, içimizi kavuran korku aldı ve ruhumuzu adeta esir etti.
Gözümüz daldıkça, çığlık atıyorduk. Fakat kimse duymuyordu. Duyulmamaya başlanmıştık. Sırt çantamla kaçıyor fakat parkı geçemiyordum. Rüyalarım yaşadıklarımı özetliyordu. Çığlıkla başlayan bir hayatımız olmuştu.
Ateş karşısında battaniye altında, rüya ve hayal, hepsi yalandı. Hepsi korkunun eseriydi.
Çaresizlik her geçen gün, artıyordu. Davranışımız acınacak durumlar yaratıyordu. Gecenin karanlığı, belki hiçbir şeydi. Fakat bizlere çok şey anlatıyordu.
Yağmurdan kaçtım. Parkın köşesindeki çay ocağının arkasına sığındım. Çay ocağı, sohbetimize bahane olan mekân. Çay ocağında kal.
Parkın masaları, tanıdık çıktı. Çay ikramında bulundular. Sohbet için, güneş etkin değildi. Kış mevsimine ait soğuk günler yaşıyorduk.
Denizde ağaçlar görülüyordu. Sel gelmişti dereye, dedi arkadaş. Çok zarar vermişti, çevresine. Bina yıkmamıştı ama önüne kattığını sürüklemişti.
Karada binalar, selde ağaçlar yıkılmıştı.
Hasan TANRIVERDİ























