Toplumsal düşünce, ülkenin sosyal yapısını anlamaya ve açıklamaya dönük yöntemleri içerir. Böylece yüzyılların bilgi birikimi, bu yöntemlerle insanlara yansıtılır. Yansıma, toplumsal düzenin doğal yaşama uygun değişimlerine ara bulucu olur.
Değişimler, yapılan araştırmalarla, çeşitli kitap ve dergilerle insanların ön görüsüne sunulur. Bu öngörüler, insanlara dünyanın doğallığını kavramak ve daha ileriye götürmek için açılan penceredir. Pencereden bakış, çok yönlüdür. Çok yönlülüğü getirip bir zihniyete bağlamak çaresizliktir. Açıkçası toplumsal düşünceye ters harekettir.
Kırsal ve kentsel yaşamın sosyolojisini ele alırsak, farklılıkları gözleyebiliriz. Bu sahalarda gerçekleşen yaşam şeklini, yeni bilgilerle donatıp ileriye götürürken, doğanın doğal dengesini korumak zorundayız.
Dağların ve tepelerin denizlere ulaşması, önemli bir coğrafi yapıyı oluşturur. Bu yapı vadilerdir. Vadiler, geniş sahalarla denize varırlar. Bu bir doğaya ait disiplindir ve göz ardı edilmemelidir. Çünkü yaşanılan dünyayla ilgili olan bu sahaların, disiplini bozulursa, doğanın doğallığı gelişigüzel hâle gelir. Yani insanlar, kendi aralarında ve parçası oldukları, çevreyle girdikleri etkileşimlerde belirli bir düzen dahilinde gerçeği ele alırlar. Bu gerçek yaşanılan coğrafyada sorgulama alanlarını oluşturur. Böyle bir coğrafyada doğanın disiplinine uymaz ve konumunu değiştirmeye kalkarsan, normal olan doğal olaylar, karşına “Afet” şeklinde çıkar.
Coğrafi konuma bakarak, bilimsel olarak neden afet ve yıkıcı etkilerini araştırmazsan, yarın başka bir yerde ve şartlarda ayağına sarı çizmeleri tekrar giyersin.
Doğanın doğallığına etki ederseniz, sarı çizmelerinizi hazır tutmalısınız.
Toplum ve çevre ilişkilerini araştırmak ve sayısal değerler hâline getirmek, sağ duyulu vatandaşları ilgilendirir. Bu değerler yöneticilere de yeni ufuklar açar. Sosyolojik bakış; benden değildir diyerek bilim adamlarını dışlayan zihniyetin bu olayları değerlendirmesi ancak sarı çizmelerle moloz yığınları üzerine dikilmekle olacaktır.
Vadilerde ve vadilerin denize açıldığı yerlerde yerleşim yerleri kurmak, akar suyun yatağını daraltıp bir kanala almak, afete davetiyedir. Günümüzde bu davetiyeye uyacak çok yerleşim yerleri de mevcuttur.
Zümrüt güzelliğinde olan vadiler, duyulara yansıyan akar suyuyla kalpleri fetheder.
Akar suyu avuçlarına alır, kana kana içersin. İçerek dağlara yönelirsin. Ayrılmazsın pırıldayan sudan. Suyun güzelliğini dağlara, vadiye ve yatağına bağlarsın. Bir avuç kalan kaynak su yatağının orta yerinden akarken çevresinin yeşilliğini de korumaya çalışır. Akar su, yüzyıllardır çevresinin taşları ve kayaları ile dostluk kurmuştur. Ayrıca kayalar arasındaki su birikintilerinde dinlenir ve deryaya devam eder.
Yamaçlar arası geniş bir vadi ve o genişlikte akarsuyun yatağı. Yatak taş ve kayalara da yataklık yapmakta. Taşların arasında dağların göz yaşları. Göz yaşları yeşil zümrütler oluşturarak gelmekte tepelerden.
Dere yatağı deyip geçiyoruz, o yatak doğallığa zemindir. Zemini onun disiplinidir. Olmazsa olmazıdır. Çünkü dere yatağı, dağların göz yaşlarına ve bulutların hıçkırıklarına da ev sahipliği yapar. Bulutların hıçkırıkları yumuşak geçiş yapmaz. Etkili olur ve yatağına sahip çıkar. Sular seller oluşturup akar deryaya. Yeşil vadi bulutların hıçkırığıyla yıkanır ve paklanır. Yatağın kirliliğinden sıyrılır ve yenilenmiş olarak eski durumuna döner.
Doğanın doğallığına müdahale etmedikçe, hıçkırıkların ortaya koyduğu sel sularını seyreder mutlu olursun. Son yıllarda dere yatağının doğal bir yapı olduğunu anlamayanlar, yatağı daraltmış ve kendilerine göre kazandıkları sahaya konut yapmışlardır. Adına da felaket evleri demişlerdir. İşte bir felaket sonucu yapılan evler yine felaketle ortadan kalkmıştır.
Dağların göz yaşlarını avuçlarının içine alırsın. Kanan kana içersin ama bulutların hıçkırığı yatağına sahip çıkar ve her tarafını siler süpürür. Yatağına el koyana haddini bildirir.
Dağların göz yaşını da bulutların hıçkırıklarını da seveceksin ve her ikisinden ders almasını bileceksin.





















