Yaşlılık denince aklımıza ata, baba, büyüklerimiz, mutluluk, huzur ve aile mi geliyor? Yoksa hastalık, ölüm ya da kayıplar mı?
Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre yaşlılık denince artık daha çok negatif çağrışımlar aklımıza geliyor. Üstelik 65 yaş ve üzeri kesim ne yazık ki ayrımcılık ve kötü muameleye daha fazla maruz kalıyor.
“Türkiye’de yaşlılık tahayyülleri ve pratikleri araştırması” yaşlılık algımızı ortaya koydu. 12 ilde yarısı 65 yaş altı, yarısı 65 yaş üstü 2 bin 400 kişi ile yapılan anket ve 60 kişi ile yüz yüze görüşmeler yapıldı. Buna göre “yaşlılık ve yaşlı” denildiğinde aklımıza en çok hastalık, ölüm, başkalarına muhtaç olma gibi olumsuz çağrışımlar geliyor. Olumlu çağrışımlar ise sakinlik, aile, mutluluk.
Araştırmaya göre 65 yaş ve üzeri nüfus 50-64 yaş aralığına göre ayrımcılık ve kötü muameleye daha fazla maruz kalıyor. İş imkanı olsa bile çalışmak istemiyor, üretken olabileceğine inanmıyor.
Araştırmaya göre kadınlar yaşlılıkta eve kapanıyor. 65 yaş üstü kadınların yüzde 81’i nadiren evden çıkıyor.
*(2019 Tüik Araşt.)
Korona virüsünün bizi esir alması ile birlikte özellikle sosyal medyada toplumu millet yapan mayaya, ortak hafızaya bir linç kampanyası başladı. Edepsizlik tavana vurdu,haya perde arkasında durdu. İfrat ile tefrit arasında yetişen, sevgi selinde boğulup saygı eline uzanamayan yeni nesil, hele şu öyküyü okusun;
Bir var iki yoktur..
Kâf Dağı’nın ardında bir ülkede bir zalim hükümdar eleştirilerden bıkmıştır.Halka bir gözdağı vermek ve ülkeyi muhalefetsiz yönetmek için ortak akılı yani 50 yaş ve üzerini ortadan kaldırmaya karar verir.
Tellâller çıkarılır, acı ve insafsız ferman halka duyurulur;
“Duyan duymayan kalmasın!!
Hükümdarın Emridir;
Tüm diyardaki 50 yaş üstündekiler toplanacak ve infaz edilecektir. Tiz ihtiyarlar teslim edile..! Emre itaatsizlik eden celladın insafına terk edilecektir.”
Askerler acımasızca katliama başlar..
Gençlerden biri, babasını samanlıkların altına yaptırdıkları sığınağa saklar. Bu esnada diyardaki tüm 50 yaş üstündekiler toplatılır ve infaz edilir.
Hükümdar uyanıktır. Bakar ki bir direniş olmamıştır, hatta babalarını kendi elleriyle teslim edenler bile olmuştur… Homurtular bitmeyince bu kez hükümdar “kırk ile elli yaş arasındakileri deniz kenarına toplayın” der, toplarlar.
Hükümdar; “Size üç gün süre. Üç gün sonra geleceğim, bana kumdan tespih yapacaksınız, eğer beceremezseniz hepinizin başı kesilecek.” der.
Birinci gün ıstırapla geçer, kumdan tespih yapmak ne mümkün.
İkinci gün geçer, hiç bir şey yapılamaz.
Üçüncü günün akşamı, ölüm korkusundan babasını sakladığını bile unutan genç adam, koşar babasının yanına ve durumu anlatır…
Baba oğlunu dinler ve yarım asırlık tecrübe mevcut durumdan çıkış yolunu söyler…
Süre bitmiştir. Deniz kenarına toplanırlar. Tabii ki ortada tespihten eser yoktur.
Cellatlar bileyli baltalarıyla, pis sırıtışlarıyla hazırdır.
Âhâli korku içindedir. Kimisi eşinin, kimisi babasının, kimisi ağabeyinin, kimisi en yakınının infaz kaygısı içinde…
Hükümdar infaz emrini vermek için gelir.
“Verilen süre doldu, görevi yerine getiremediniz” der ve tam cellatlara infaza başlayın diyecekken;
Babasını gizleyen adam, tüm âhalinin duyacağı ses tonuyla hükümdara seslenir;
“Hükümdarım, hünkarım, bir maruzatım var… Biz bu görevi yerine getirirdik, lâkin bir sorun, niye getirmedik” der.
Hükümdar; olmayacak bir şeyin cevabı da olamayacağını bildiği için alaycı bir edayla “Söyleyin bakalım, neden yerine getiremediniz?” der.
Genç adam cevap verir.
“Hükümdarım, biz çok düşündük. Kumdan tespih taneleri yapmak zor değil. Lakin bunun imamesi nasıl olacak? Hükümdarımız ya beğenmezse…
Siz bu konuda tüm diyarın en iyisisiniz.
İmameyi siz varken bizim yapmamız ne haddimize?…
Siz imameyi yapın, biz de taşları etrafına hemen diziverelim” der.
Hükümdar çok zor durumda kalmıştır.
İnfaz emrini veremez ve mecburen “Tamam sizleri affettim” demek zorunda kalır.
Döner kurmaylarına; “Bre gafiller hani hepsini öldürmüştünüz bunların? Saklanan tecrübeli birini gözden kaçırmışsınız!” der…
Sözün kısası evet üretilen bir virüs yaşamımızı ve dünyamızı alt üst ederken, diğer tarafta hedef aldığı kitle, yaşamımızın aslında en kıymetlileri… Bu lanet virüs ve onun sosyal medya yancıları ortak hafızamız, töremiz, mazimiz, geleneğimiz, bir sözleri ile bizi yaşatacak ya da kırk yıl ileri götürecek olan tecrübelilerimizi hedef almakta.
Maalesef öyle bir psikoza girdik ki neredeyse virüsün sebebi ilan edeceğiz onları. İşte bunu onlara yapmayalım, onları incitmeyelim…
Tıpkı Babasını gizleyen evlat gibi onlara çok kıymetli olduklarını, onlara çok ihtiyacımız olduğunu, onlarsız bu karanlık yoldan çıkamayacak olduğumuzu ve onları çok sevdiğimizi hissettirelim ve şunu unutmayalım; onları feda edersek sıra bize gelecek.
Mesela ben “Kumdan tespih nasıl yapılır?” onu bilmem.
Çok krizler yaşadık hayatımızda.. Lakin rahmetli babam ve cennetlik annem hep bir yol bulur, bizi düze çıkarırdı. Ah şimdi yanımda olsalardı. Onları her gün daha çok özlüyorum.
Anam babam memleketimdi, sılamdı. Tüten ocağımdı. Annem babam öldü, memleketim öldü.
Siz siz olun, sıkı sıkı sarılın, korkmayın, onlar olsa olsa PANZEHİRİMİZ olurlar.
Yeter ki biz onların VİRÜSÜ olmayalım.
Onlara, evinde kal, değil;
BİZIMLE KAL, DEME VAKTİDİR.
Çok yaşayın siz e mi?
Corona’dan sonra ellerinizden öpeceğim.
Vesselam!
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci Yazar