Önceki gün 27 Mayıs’tı. 60 yıl önce 27 Mayıs 1960 Darbesi oldu. Şimdiki nüfusun neredeyse % 80’i, o günleri yaşamadı. Ancak Türkiye’de darbecilik 1960 ile sınırlı kalmadı. Sonra 1963 yılında Talat Aydemir darbe kalkışması oldu. 12 Mart 1971 Darbe muhtırası ve en korkuncu da 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Sonra 28 Şubat 1997 yılında Erbakan-Çiller Hükümetine karşı postmodern diye adlandırılan, 1000 yıl sürecek zırvalığıyla muhtıralı bir darbe yapıldı. Son olarak da 15 Temmuz 2016 yılı darbe kalkışması oldu.
Son 30 yıldır darbeler konusundaki tartışmalarda, görüş beyanlarında büyük çarpıtmalar yapılıyor. Tuhaf açıklamaların, yazıların yer aldığı medya hâkimiyeti yoluyla darbeler sürecinde yaşanan temel bir gerçeklik çarpıtılarak hakikat gizleniyor. İnsanların darbeler konusunda hakikatle bağ kurmasının önüne öyle bir set çekiliyor ki, darbelerde Türkiye sağının, faşistlerinin, milliyetçilerinin, İslamcılarının bağları, tavırları gizlenerek, meselenin salt solla ilişkisi üzerinde duruluyor. Buradan ikinci bir aldatmacaya geçiliyor; solu tek başlık altında kategorize ederek sanki tek bir sol varmış gibi, sol yelpazenin darbeler konusundaki en kötü tavır alanları üzerinden bir sol yargılaması yapılıyor. Solu darbelerin destekçisi ilan edecek kadar iş şirazesinden çıkmış durumda. Burada önemli olan solun hangi kesimleri darbeyi desteklemiş, hangileri karşı çıkmıştır. Toptancı bir bakışla, darbeler ve sol meselesine değerlendirmek doğru değil.
Evet, solun darbelerdeki tavırları incelenmeli, eleştirilmeli. Kaldı ki bu konuda literatür epeyi zengin. Yazıldı, çizildi. Ancak yeterince yapılmayan, yapılmasından kaçınılan durum, sol siyasetlerin dışında kalan diğer siyasi yapıların darbelerle ilişkisi nedir sorusudur.
Bütün darbeler demokrasiye düşmandırlar! Bütün darbeler bir iktidar eyleme yolu olarak toplumu zapturapt altına almak ve diktacı bir yönetim inşa etmek hedefindedirler. Darbelerden ciddi zarar gören toplum kesimleri olduğu gibi, bunlardan siyasi ve iktisadi çıkar sağlayan kesimler de vardır. Bu genel tespitlerden hareketle her bir darbeye daha yakından bakıldığında, darbelerin kendi içinde kendine özgü ilişkiler ve çelişkiler barındırdığı görülür. Dolayısıyla örneğin 1960 27 Mayıs Darbesi ile 12 Eylül 1980 darbesi birbirinden bir hayli farklı özelliklere sahiptir. Elbette her ikisi de vesayet rejiminin tahkim edilmesidir, toplumun kendi dinamiklerine yaptıkları müdahale ile bir ray değiştirmedir vs.
Ancak örneğin 27 Mayıs 1960 darbesi ile 12 Eylül 1980 darbesinde hangi siyasal ittifaklar oluştu, darbe hangi kesimleri ezdi ve hangi kesimlerle vesayet rejimi için ideolojik ve siyasal dayanaklar oluşturdu vb. Bunları derken, her bir darbeye kimlerin karşı olduğu, kimlerin destek verdiği hususu, siyasal yapımızın incelenmesi ve bugünlerin anlaşılması için çok önemlidir.
Darbeleri Alkışlayanların Darbe Karşıtlığı Taslamaları
Konunun izahı açısından birkaç örnek vereceğim. 27 Mayıs darbesinin güçlü albayı Alparslan Türkeş ve 14’ler diye anılacak olan arkadaşları bu darbenin merkezinde bulundular. Peki, kim bunlar? MHP’nin ve Ülkücü hareketin liderleri.
Yalnız 12 Eylül darbesinde MHP ve Ülkücülerin bir kısmı da içeri alınınca, bu ne iştir diye şaşırdılar. Hâlbuki şaşırmalarına gerek yoktu, çünkü Hitler’in kendini iktidara getiren SA’ları 1934 yılında kanlı bir şekilde tasfiye ederek SS’leri kurması tarihi bir örnek olarak ortada duruyordu. MHP, 12 Eylül faşist darbesi için kendi siyasetini “Fikrimiz iktidarda, bizler içerdeyiz” cümlesiyle özlü ve gerçekçi bir şekilde ifade ettiler.
12 Mart 1971 Darbesi sonrasında Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi kapatılmış, Erbakan’a 5 yıllık siyasi yasak konulmuştu. Bunun üzerine Erbakan İsviçre’ye gitti. 12 Mart Darbesi’nin generalleri Muhsin Batur ve Turgut Sunalp, İsviçre’ye giderek Erbakan’ı ülkeye dönmek ve yeni bir siyasi parti kurmak konusunda ikna ettiler. Böylece komünizmle mücadele konusunda kendisine duyulan ihtiyacı hisseden Erbakan, Milli Selamet Partisi’ni kurarak 1973 seçimlerine katılmış, bir süre sonra da CHP ile koalisyon kurmuştu.
Bu süreçte önemli rol oynayan Ziverbey işkencecisi ve kontrgerillanın yöneticilerinden olan General Turgut Sunalp’in Erbakan’la ilişkisinin ne gibi siyasal amaçları olabilir?
12 Eylül 1980 darbesinde İslamcılar neredeydi? Türk-İslam sentezi denilen ucube ideolojinin kök salması hangi dönemde oldu? Komünizme karşı mücadelede yedek lastik olarak tutulan ve ABD’nin Yeşil Kuşak teorisi gereğince Sovyetlere karşı bir İslam kuşatması amacıyla mevzilendirilen İslamcılar bugün neredeler?
12 Mart’ı 12 Eylül’ü İslamcılar, milliyetçiler alkışlamadılar mı?
Darbe dönemlerinde kimler neler yazmış, dönüp bakılmalı.
Elbette bir kişi, bir parti dün yanlış yapmış olabilir. Darbeleri desteklemiş de olabilir. Ancak bugün dünden farklı yerde durduğunu iddia ediyorsa, öncelikle özeleştirisini yapmalıdır. Dünkü tutumum, düşüncem yanlıştı, bugün farklı şeyler söylüyorum demek, insani ve etiğe uygun bir tutumdur.
Darbelerin Ortak Bir Özelliği
Darbe tartışmalarında gündeme getirilmeyen veya üzerinde durulmayan bir konu var ki, aslında bu konu tam da darbelerin yeraltı notlarını oluşturur. Bir başka deyişle bir ağacın toprak üzerinde kalan kısmına siyaset, toprak altında kalan kısmına da ekonomi diyelim. Biz hep ağacın görünen kısmı olan dalıyla, yaprağıyla ilgileniyoruz. Onu da doğru düzen tanıyamıyoruz ya!
Peki, bu ağaca karakterini, şeklini şemalını veren ve onu besleyen köke niye bakmıyoruz?
Soruyorum, neden bütün darbelerde onlarca siyasal soruşturma, parti kapatmalar, hapisler, işkenceler, idamlar olur ve yasalar değiştirilir, ama hiçbir darbenin ekonomik suçlara ilişkin bir adli, idari süreç işletildiği görülmemiştir? Darbeciler o kadar muktedirlerdir ki, devletin yargı kurumlarının zevatı dahi önlerinde esas duruştadır. (Bakın ortada bir darbe falan da yokken bu durum bize birkaç yıl önce olanları hatırlatıyor!) Darbeciler o kadar güçlüdürler, ama kamu kaynakları talanına dair kılını dahi kıptırtmadılar?
Zurnanın zırt dediği yer burasıdır!
Burada vesayet rejimi ile hükümet edenler arasında sen benim alanıma girme ben de senin alanındaki dümenlere girmeyeyim şeklinde, sanki zımni bir anlaşma var! 100 yıldır bu ülkenin kaynakları siyasetçi-bürokrasi-işadamı üçlüsüyle soyulmaya devam ediyor! Soyanların adları, elbiselerinin renkleri filan değişiyor, ama talan aynı şekilde devam ediyor!
Milliyetçiler, bir kısım muhafazakârlar, ulusalcı solcular, dinciler, sermaye kesimleri bugün kalkmış darbe karşıtlığı taslayarak demokrasi vaaz ediyorlar! Darbe karşıtlığı kişiyi, bir yapıyı demokrat kılmaz!
Geçin bunları!