Günlerdir peşindeler, damar bulunamadı. On gün önce yapılan toplantıda tam teçhizatlı teknik elemanlarla yapılan müdahaleden de sonuç alınamadı. Damar var fakat bir türlü ulaşılamadı. Bulunamayınca da körü körüne başlamakta olmuyor. Yoksa bu kadar araştırmalar boşuna gidecekti.
Araştırmanın başında, yetkililerin olması da işe yaramıyor. Damarın bir türlü bulunamamasına şaşılıyor. Bu arada da damarın tıkanmasından da korkuluyordu.
Virüsü öne sürüp madeni aramaya, ağaçları keserek başlamaları. Toprak altında maden arayan, üstünün doğasını niçin yok eder, ağaçları niçin keser anlaşılmıyordu.
Yeşil örtüyü, soyup soğana çevirirken, hiç mi bilimsel düşünemiyorsunuz. İnsan kan damarını bir doktor nasıl ki, belirli bir yerde bulup oradan damara giriyorsa, niçin belirli bir maden damarından girip altını bulmayı düşünmüyorsunuz.
Dağı taşı soydunuz, çıplak bıraktınız, kim bunlar. Arayanlar Kanada şirketi, peki damarı buldunuz altını çıkartınız mı? (O kadar kolay olsaydı, biz de çıkarabilirdik. Karadeniz’de ne oldu gazı çıkarabiliyor muyuz?)
Bilgi kirliliği yapmayın, doğru söyleyin.
Maden arıyoruz diye damarı bulamadıkça, doğayı katlediyorsunuz. Doğa katledildikçe altın kendiliğinden mi yeryüzüne çıkacaktı.
Damar aranıyor dediklerinde virüslere karşı damar arandığını zannettim. Virüsler damar çeperi değil hücre arıyordu. Karşı gelmeyen uysal hücre bulursa içeri girecektir. İçeri girerse hücre içerisinde çoğalacaktır. Böylece hastalık da başlamış olacaktır.
Madencilerle, virüse karşı göğüslerini siper eden doktorlarımız arasında benzerlik yoktur. Biri insan dostu, Kanadalı madenciler ise doğa düşmanıdır.
Adam, betonlaşma değil, çimento konusu diyor. Çimento olmazsa bina olmaz diyor. Yanlış anladım, doğaya şehirleşmeye uygun iki üç katlı dost binalar çimentoyla çok katlılar da çelikle yapılıyor herhâlde.
Şehirlerde betonlaşma değil çelikleşme var demek ki.





















