Düzköy’e doğru…
Aslında hiç de düz değil.
Düzköy… Trabzon’un yükseklerde bir ilçesi. Daha doğrusu zirvede bir şehir.
Daha ilçe olmadan “Haçka” olarak bilinir. Eskiler hala aynı isimle söyler. Bir süre belde hükmünde yönetilir. Bugünkü Akçaabat ilçesine bağlı belde iken, 1990 yılında ilçe statüsüne geçer ve Akçaabat’tan ayrılır.
Şehir merkezi diyebileceğiniz yer iki futbol sahasından hallicedir. Coğrafyası öyledir. Bu Düzköy’ün bir noksanlığı değildir.
Trabzon’un ilçelerini dolaşmaya başlayalı bu ilçeye de yolumuz düşecekti elbet. Ancak ne ile karşılaşacağımızı önceden bilmemize imkân yok.
Düzköy’e gitmek için Akçaabat’tan yola koyulduk. Mevsim Ekim sonları olmasına rağmen yeşillikler eşlik ediyor bize. Yeşil ile iki ayrı mavi tonlu bir bölge Karadeniz. Hep duymuşsunuzdur Anadolu’nun bazı şehirleri için; yeşil ile mavinin tonları eşlik eder size diye. Karadeniz iki mavi bir yeşilden ibarettir. Yeşili bilirsiniz, bitkiler için kullanılır. Maviler ise umman ve asumandır. Yani deniz ve gökyüzü…
Akçaabat’tan uzaklaşalı 10-11 kilometre olmadan bir camiye rastladım gidiş yönüne göre sol yanımda. Durup bira inceledikten sonra ekmek satan yer gördüm. Trabzon ve ekmek. Bilmeyen yoktur bu ikiliyi.
Elimde fotoğraf makinası ile hem etrafın fotoğrafını çekiyor hem de ekmek fırınına doğru ilerliyorum. Ardımdan “Fotoğraf çekmek 50 lira” diye bir ses duyuyorum. Karadenizli olmayan anlayamaz bu sözü. Samimiyetin ilk cümlesi bile mizahi olur bu bölgede. Siz hemen espri olduğunu anlarsınız. Tabii tebessüm etmeyi de unutmazsınız.
Ardımdan gelen bu sese cevabım “Zaten ekmek de alacaktım, hepsini birden öderim” oluyor. Karşılıklı tebessüm ediyoruz.
Hoşbeşten sonra sohbete başlıyoruz. Fırının üzerinde “Koçoğlu Fırını” yazıyor. Muhatabımız ise aslında bir eğitimci. Tanışıyoruz. Adı Muhammet Koç. Biyoloji öğretmeni. Akçaabat ile Düzköy yolu üzerinde bir ekmek fırını işletmesi var. Emekli bir öğretmen olduğumu söyleyince muhabbet derinleşiyor. Hem ekmek yapımı hem de eğitim üzerine konuşuyoruz. Tabii bulunduğu yerin coğrafyası hakkında da.
Karşımda hiç ot bitmemiş tepeyi soruyum. Bana tepelerin nasıl teşekkül ettiğini anlatıyor. Çok ilginç görmeye değer yani. Tahmin edebiliyor musunuz? Her yerin ağaçlarla dolu olduğu bir bölgede bir tepede ot bile bitmemiş. Konumuz Düzköy olduğu için işin bu tarafını buraya alamıyoruz. Yerimiz müsaade etmiyor. Trabzon deyip geçmeyin. Tam on sekiz ilçeden mürekkep.
Ben oralarda gezerken ve kitabımı hediye etmek için imzalarken, Muhammet Koç benden habersiz tam buğday ekmeğinden yapılmış ekmeği dilimlenmiş bir biçimde otomobilime koymuş bile. Konuşma arasında o ekmeği çok sevdiğimi söylemiştim. Bu durumda ücreti ödenmemiş olan bu ekmek “ikram” hükmüne geçmiş oluyor. Bizde her dilimindeki lezzeti hissettikçe Muhammet Koç kardeşimizi hatırlıyoruz. Ayrıca burada ismini zikrederek kendisini unutmadığımızı göstermek istedik.
Ve yolumuza devem ediyoruz.
Belli zaman sonra Düzköy ilçesine varıyoruz. Otomobili bir yere park ettikten sonra ilk rastladığım resmi bina olan Halk Eğitimi Merkezine uğruyorum. Kurum Müdürü Ensar Akbulut ve Müdür Yardımcısı Mehmet Demirci ile ilçe hakkında biraz sohbet ediyoruz. Sonra bizi Ali Dülger ile tanıştırıyorlar. Ali Dülger normal hadiseleri fıkralaştırarak anlatıyor bize. Düzköy hakkında sorular soruyorum.
Geçimini; mısır, patates ve büyükbaş hayvan besiciliğinden elde ediyor vatandaşlar. Şehrin düzlükle bir alakası yok. Çok dağınık yapılaşması hizmetin gecikmesine sebep oluyor. Sadece resmi olarak bir ilçe. Çal yeleği adlı kıyafetleri meşhur. Son zamanda inşaat işçiliği artmış durumda. İşsizlik yüzünden şehri terk edenlerin sayıları artmış. Başta Rusya olmak üzere yurt dışına gidenler epey fazla.
Duyduklarımın hepsini buradan yazmak ne kadar uygun bilmem ama dargın kişiler bile birbirlerinin cenazesine gidiyorlar. Yani sap ile samanı birbirine karıştırmıyorlar. Düğünlerde bahşişler ilan ediliyor ve normal olarak bir düğünde 70-80 gram altın ederinde bahşiş toplanabiliyor.
İşte size uzaklarda bir şehrin genel durumu…