Parka iki yıl önce dikilen dut fidanlarından birkaçı gösterilen özene rağmen büyüyemedi. Alt dalları cılız kaldı, boy atmadı. Cansız bir yeşilliğini koruyor o kadar.
Dikilen fidanların aynı özellikte olduğu biliniyor. Uygulanan dış etkiler de aynı olduğu hâlde bazılarında görülen büyüme aksaklığının nedeni üzerinde bakıcılar duruyor. Toprak, su verme ve gübre atma gibi önemli konular irdeleniyor.
Karar veriliyor, fidanların ikisi hastalıklı. Parkın sorumlularında en genç olanı, fidanların en az bir metre iç tarafına iki çukur açıyor. Bu çukurları 60 cm. kadar derinlikte eşiyor. Çukura çürümüş toprak, yaprak ve çakıl taşları koyuyor.
Fidanları çukura yerleştiriyor. Yanına bir sopa dikiyor ve ona bağlıyor. Çukurun çevresini çit ile sarıyor. Sulama işlemini sabah ve akşam yapıyor.
Bitkiyi olumlu çevre şartlarıyla buluşturmak gerekir. Böylece bitki iyi yönde etkilenecek ve büyüme olayını gerçekleştirecektir. Bu olay bütün canlılar için geçerlidir.
Büyümekte olan canlının önüne, geniş ufuklar açmak gerekir. Çünkü canlıya ait genleri, çevre ile etkileşime girerse, kendini aşacaktır. Kendini aşan ise başarılı olacaktır. Fidanlar üç sene sonra çiçeklenecek ve meyve vereceklerdir.
Genç bakıcı fidanların dikili olduğu yerlerini eşelediğinde toprağın sıkıştığına şahit olmuştur. Toprağı eşip havalandırıyor ve büyüme olayı daha rahat gerçekleşiyor.
Onun için gençlere parkın sertleşmiş toprağına, fidanların dikilmeyeceğini öğretmek gerekir. Dut fidanları, bilimsellikten ve teknikten yoksun yetiştirmeye kalkarsan, yarı soluk yapraklı büyüyemeyen fidanlar, elde edersin.
Düşünün ki, okul nedir? İyi ki, okumadın diyen bir insanı bu devirde düşünebiliyor musunuz? Ayrıca ülke kalkınır, bütün liseler imam hatip olsa diyen bir insanı bu devirde düşünebiliyor musunuz?
Bu anlayışlar maalesef tiksinti veriyor. Bu yapıda olanlar hiç mi düşünmez. Fidanın dikildiği yerin beş cm. altı beton, büyüme gerçekleşmedi. Aynı fidanı uygun ortama dikiyorsun ve üç sene içerisinde gelişiyor.
Bir gencin okuması, öğrenmesi ve yetişmesi de aynı fidan gibidir. Yöneticilerin bunları bilmesi gerekir. Yoksa bizler biliyoruz. Oy devşirmek adına kendinizi hiçe sayıp konuşuyorsunuz fakat yetişen gençleri ihmal edemezsiniz.
Beynini kullanmasını öğrenecek, hareket kabiliyetini rahat kullanacak zemin hazırlamak gerek. Bitkiyi kendi hâline bırakırsanız, sulasanız da çiçek Bir AVUÇ TOPRAK
Kitabın kapağında bir avuç toprakta büyümüş bitkiyi gördüğümde, öyle etkilendim ki, avuç içindeki bitkiden, gözümü ayıramadım.
Bir avuç toprak…
Bitkinin yetişmesinde yeterliydi…
Bir avuç toprakta bitkinin büyümesinden ve büyüklerimin sabah akşam toprakla yoğrulmasından dolayı, toprağın değerli olduğunu, küçük yaşta öğrendim.
Küçük yaşta toprak anaya olan sevgimi, üzerinde çalışmakla taçlandırdım.
Bir avuç toprak, aydınlık geleceğin teminatı, sevgi pınarıydı. Bizler için, toprağın gücüne, karşılıksız sevgisine inanıyor ve ona güvenerek, kaliteli ürüne ulaşıyorduk.
Toprakla neşelenmek ve ondan mutlulukla ayrılmak. Toprakla yoğrulmanın insanlığa katılmış bir değer olduğunu annem ve babam söylerdi. Fakat toprak ana sabır, güç ve direnç isterdi.
Yetiştirecekleri bitkilere, bu bitkilerin topraktan faydalanma şekline göre çalışırlardı. Toprağı düzler, oturur kahvaltılarını yaparlardı. Öğlede de yemeklerini toprak üstünde yerlerdi. Günü toprakla geçirirlerdi. Bu demektir ki, toprak onlar için her şeydi.
Üzerlerine yapışan toprağı, silkelemezler, yıkamayı bile düşünmezlerdi. Anneme feneri nerede söndürdün deseler bahçede diyecekti. Babama toprağa bulandın dediğimizde, onlar benim güzellik nişanımdır diyordu.
Toprağı el üstünde tutarlardı. Kendine güven duymak istiyorsan, “Toprakla uğraş,” derlerdi. Bir haftadır bahçeden çıkamıyorlardı. Fakat toprağın eli yüzü düzgün hâle gelmişti. Babam toprak sayesinde ayakta durabiliyorum, diyordu. Toprağı elekten geçirir, fidan dikimine hazır hâle getirirdi. Sonra onları, el bebek, gül bebek büyüttükçe, ekmek kapısı aralanırdı.
Babam sepeti sırtından yere bırakır, tohumların çimlenmesini gözlerdi. Çimlenenleri koparır ve ayrı yerlere dikmek suretiyle fidanları seyreltmiş olurdu.
Toprak dedik kaçtı, tohum dedik, yanımızdan uzaklaştı. Bugüne kadar bir baltaya sap olmadı. Olmayacak işler başımıza getirdi. Söylenmedik söz bırakmadık hepsini sarf ettik ama dinlemedi. Artık bizden günah gitti. Ne hâli varsa görsün. Bugünlere de keyfi kaçıkmış, yanaşmaya çalışıyor.
Babam; küçük kardeşim, daldan dala kondu. Dağlardan ürktü, taşlardan düştü. Bilmem hayatı anladı mı? Diye dert yandı.





















