Uzun ve karmaşık bir gün ardında, bolca mutsuzluk bıraktı. Dün okuldaki bir gün gecikmeli kutlanan bayram töreninin ardından arkadaşımıza destek olmak için hastaneye gittik. İki gündür yoğun bakımda olan eşinden bir adım uzaklaşmak istemezcesine kapının önünde bekliyordu. Kısa bir süreliğine aldık ve alt kata dinlenme yerine indirdik. Gözlerinde öyle büyük bir ümit vardı ki her şeyin yoluna gireceğine dair bizler bile inanır olduk. Halbuki aort damarının yırtılması gibi büyük bir sorun vardı ortada.
Sabah uyandığımda acaba geceyi nasıl geçirdiler dedim… Okula vardığımda ise arkadaşımızın eşinin (daha ellili yaşlarının başında) öldüğünü öğrendim. Dersler hiç istediğim gibi geçmedi. Okul çıkışı cenaze için mezarlığa gittik. Arkadaşımız ve iki kızı (biri üniversite sınavına girecek) bu zamansız ölümü kabullenmek istemiyorlardı doğal olarak. Ne de olsa yaşamının tam ortasını en yoğun günlerini yaşıyordu. Mezarlık da sanki onun telaşlı günlerine uyarmışcasına kalabalıktı. Ayrıca son haftaların soğuk günlerinden sonra adeta kavurucu sıcaklar gelmişti. Zaman yavaşlamıştı. Tüm ritüellerin arasında insanların tarifsiz acıları içinde kalmıştık. Yaşlı annenin söyledikleri, sevenlerinin feryatları arasında geçti zaman. En son mezardan ayrılma zamanı geldi. Kızlardan biri babamı burada bırakamam dedi. Zor ikna edildi. Sakinleşmiş ama yaslı grupla, o da ayrıldı mezarlıktan…
Her kayıp da olduğu gibi dünyanın faniliği yüksek selvi ağaçlarının arasında, sessizliğin ortasında yüzüme yüzüme çarptı acımasızca…
Öyle bitmez hesabımız, öyle çok öfkemiz var ki bizi esir alan ancak bir ölümle karşılaşınca frenleyebiliyoruz kendimizi…
Hiç ölmeyecekmiş gibi kin büyütüyoruz içimizde…
Hayat kısa ve bundan sonraki hayatımızın en genç gününü yaşıyoruz aslında…
Henüz zaman varken güldürmek lazım sevdiklerimizin yüzünü…
Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türü olduğumuzu daha çok hatırlayalım lütfen. Son pişmanlık fayda etmeyecek.





















