Telefon..
İlişkiler..
Ziyaretler…
Selam & Sabah..
Hal hatır sormalar..
Konu başlığıma “LAR” ekini bilerek ekledim!
Zira artık değil bir, iki telefon bile yetmez olmuş!
Aile için bir tane.
İş ve arkadaşlar için bir tane.
Sevgililer için, zamanlamalı (!) özel bir tane.
Artık sonuncusu için sayı önemli! Sevgili sayısına göre birer tane mi deseydim acaba?
Bilemiyorum.
Geçen gün bir arkadaşımı işyerinde ziyarete gittim. Misafir ağırlama bölümüne geçtik oturduk. Sohbet ediyorduk, oğlu telefonu getirdi ve babasına uzatarak “annem” dedi.
Bir süre konuştular ve kapattılar. Az sonra yine çaldı. Aldı hiç bakmadı bile “efendim” dedi. Konuşan kızıymış! “Tamam olur”, “hayır hayır onu karıştırma”, “tamam akşam görüşürüz kızım, annenden izin al.” dedi ve kapattı!
Biz yine turizmden, siyasetten devam ettik kaldığımız yerden.
İşyerinde bir masada bilgisayarda oyun oynayan çocuk, ikinci bir telefonla geldi!
“Baba Ahmet amca, seni arıyor!”
“Efendim Ahmetçiğim?” Uzun bir süre dinledi ve “tamam akşam konuşalım. Yok şimdi olmaz misafirim var, artı işlerim yoğun. Akşam falanca yerde buluşalım olur mu?” dedi ve selamlaşarak telefonu kapattı diğerinin yanına koydu!
İki telefon dikkatimi çekti.
“Maşallah artık tek telefon yetmiyor anlaşılan.” dedim ve gülüştük.
Oluşturduğumuz gündem üzerine konuşmaya devam ettik. Zira konuşmamız on dakika içerisinde üç kez kesilmişti. Normaldi tabii.
Ben izin istedim. “Yoğunsun dostum, ben kalkayım, mani olmayım işlerine” dedim ve kalktık. Hiç itiraz etmedi. Tam aksine memnun olmuştu sanki! Ayrılmak üzere tokalaşırken; bir telefon sesi daha geldi. Ancak bu defa ki ses, arka cebinden geldi! Telefonu çıkardı ve benden uzaklaşarak çok değişik bir ton ve sessizlikte; “hı hı. Tamam canım, ne zaman, olur olur gideriz. Akşam telefonunda teferruatı görüşürüz olur mu tatlım?!…” dedi ve bana döndü. Ben hemen el sallayarak kapıdan çıktım!
Yani iki telefon da yetmemiş, üç olmuştu!
Gazetecilik mesleğimden dolayı detaylara dikkat ederim!
Telefonların üçü de aynı model ve marka idi! Yalnız biri cepte, diğerleri ortada geziniyordu.
Eskiden ev telefonları vardı ve ilk zamanlarda kolu çevirince karşımıza çıkan PTT memuresine görüşmek istediğimiz şehir ve telefon numarasını yazdırır beklerdik. Şayet bekleme fazla sürerse arada sırada PTT memuresini arar, yazdırdığımız telefonu hatırlatırdık! Zira sohbetten unutmuş oldukları bile olurdu!
Sonraları çevirmeli telefonlar çıktı. Numaraları çeviriyorsunuz ve görüşmenizi yapabiliyordunuz! İşimiz bittikten sonra da ANAHTAR takılırdı! Kimse izin almadan arama yapmasın diye!
Ne günlerdi be.
Daha sonra da işte mobil, antenli, görüntüsüz, fazla detayı olmayan takoz gibi telefonlar kullanıldı.
Şimdilerde ise hızına yetişemediğimiz, hemen her yıl bir başka detay ve teferruat dolu çeşit çeşit, model model telefonlar.
Artık istediğimiz yerden, istediğimiz zaman ve de İSTEDİĞİMİZ SAYIDA (burası çok önemli) telefonla hızımıza kimse yetişemiyor!
Yarınlarda neler olabilir bilemiyoruz. Zira teknoloji hızına erişmek mümkün değil.
Tabii ki bu gelişmelerden çok çok memnunum.
Amma beraberinde bazı güzellikleri de geride bıraktık, onu anlatmaya çalışıyorum.
Mesela tokalaşmayı, yüzyüze sıcak teması, kucaklaşıp sevgi ve saygı enerjisini birbirimize geçirmeyi, acılarımızı, sevinçlerimizi, ilgilinin yanında olarak da yaşayamıyoruz.
Ziyaret derseniz; bayramlarda, kısa tatillerde, (uzun tatillerde olmuyor!) belki günübirlik, genellikle anlık....
Bir bardak çay, bir fincan kahve bile çok nadiren içilebiliyor!
Aile bağları, insan ilişkileri iyiden iyiye zayıfladı.
Sözün Özü!
Tabii ki iş ve zaman açısından bulunmaz bir nimet. Hakkını teslim etmek gerek. Ancak azıcık da bu derece BAĞIMLILIKTAN kurtulabilsek ve sevdiklerimize, eşe, dosta zaman ayırabilsek diyorum.
Bu da zor artık! Hatta çok çok zor! Hatta imkansız. Olmaz da zaten amma özlem işte. Belki de yaşlanmadan kaynaklı korku ve endişeler. Kim bilir…
Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY


















