Çarpık olan hayat değil, yaşantısıydı. İki de bir; “Çarpık yaşantı” diyordu. Hayat ki yaşıyorsun, iyiliği ve kötülüğü ayıramıyorsan, çarpıklık senin beyninin içerisinde diye de cevap alıyordu.
“Günlerim sıkıntılı ve acılar içinde geçiyor derken, zamanı suçluyordu. Düşünmeyi bilmediği gibi acıların da ruhunu sardığının farkında değildi. Çeşitli bahaneler uydururdu fakat hiçbirine inanmazdı.
Sabah kahveyi açar, akşam kapatırdı. “Taşlar gözümün önünden geçiyor, engel olamıyorum,” diyordu. Psikolojisini taşlarla bozmuştu. Kendisi inkâr etse de akşama kadar yemez içmez oynardı. Kiminle oynadığını da bilmezdi. Yanına gidene “Hoş geldin” der fakat kim olduğunun farkında bile olmazdı.
Böyle bir insanla arada kavga eden olurdu. Olay büyür, kavga eden kınanırdı. Çünkü bu insan artık insanlıktan çıkmış, tembel hayvan gibi ağaca asılı gibiydi.
Kahveye giren çocuk, nefes nefese kaldığı hâlde “Amca ev yanıyor,” diyebildi. Amcası kafasını taşlardan ayırmadan, “İyi ya ısınırsınız,” dedi. Birden ayağa kalktı, “Yanındakine yerime bak geliyorum,” dedi.
Eve geldiğinde, yangın, “Okudum, imzaladım,” diyordu. Çünkü evden geriye sıcak küller, saç ayak ve kara zincir kalmıştı. Büyük kazan ve ibrikler bile ocak başına erimişti. “Evimi seviyordum, ikinci kahvemdi.” Diye sızlanmaya başladı.
“Yangın, çok şey kaybettiğimi gösterdi fakat kendime gelmeme neden oldu,” dedi.
Kahvede bir el daha oynadı. Kalktı ve evin yolunu arşınladı. Geçmiş olsun diyenlere, bakmadı. Yanındakilerle ileri geri konuştu. “Yalan söyleyerek insanları aldatmak işe yaramıyor. Bir süre sonra gelip sana acı veriyor. Ezilip un ufak oluyorsun.”
“Başarılı yaşarsan, hayat seninle, aksi hâlde zamanla gerçekleşen çirkef işler başına sarılıyor.”
Taşlar benimle oynadı. Lekelendim, düzelmek istiyorum, heyecanlandı ve ağladı.” Ağabeyinin oğlu, “Her şeyini kaybettiğinin bilincinde misin? En sonunda da evin elinden uçtu,” dedi. Yeğenine döndü ve “Yanan ev de sürünen hayat da benim, sana ne oluyor.” Araya girdiler de kavga büyümedi.
Her şey sana ait ama kimseyi tanımadın, yüreğini sakladın ve ahlaki yapını kaybettin.” Eve az kalmışken, “Sizinle mi uğraşacağım, derdime mi yanacağım,” diyerek geri döndü. Kolundan tuttular ve durumu gel gör ki, sonra gidersin. Zorla eve geldi. Ürkütülmüş çakal gibi herkese bakıyor ve eve doğru gidiyordu.
Yüzü kırış kırış olmuştu. Tam da sarı benizliye örnekti. Çökmüş ve de küçülmüştü. Ona acıyarak bakıyorlardı. Bu yaşta kafasında bir tek saç teli kalmamıştı. Davranışları suçluluk olgusunu belirtiyordu. Kendine karşı bile hileli hareket ediyordu.
O gece yanan yerin çevresini temizlediler. Hiçbir şey kurtaramamışlardı. Evde beş senedir kaldığı hâlde eşyalarını bilmiyordu. Ağabeyi çocuklarıyla geldi.” Her şeyi yenileyeceğiz,” dedi. Onlara kızdı. Yenilerim veya hiç yapmam, dedi.
“Yangının yanında sabahladı. Gündüz gözüyle acı gerçekten büyüktü. Kahveye gitmeyi düşünmedi. Ağabeyi de geldi ve ev için “Köyde herkesin düşüncelerini alalım,” dedi.
“Çamların altında mola verdiğimizi düşünelim. Evi en güzel bir yuva hâline getirelim,” dedi.
İnekleri beklediği günler geldi aklına ve annesine babasına seslendi. Sesini duyuramadı, üzüldü. Ağabeyine baktı ve “Duymadılar” dedi. Taşıdığı yükün altında ezilmişti. Zihninde kuşku tohumları yeşerdi. Karamsar ruhu çile yumağı gibi sarıldı. Yüreği sızladı, hayata susuzdu.
Yüzüne hüzün perdesi indi. Yıldırım düşmüş ağaç gibi yıkılmadı ama eli kolu budandı.





















