Nermi Uygur bir öyküsünde, kendisinin basit bir yazlığının bakımının ne kadar zaman aldığını anlatırken aslında…
İnsanlar akıllı geçinip habire kendilerine sorun çıkaracak iş, olay ve insanları hayatlarına alıp uğraşıyorlar diyordu sanki… Belki de İNSAN olumsuzun içinde OLANI kendisi için OLUMLUYA dönüştürmeye çalıştıkça büyüyor. Ve büyüdükçe de kendisi de daha zararsız oluyordu dünyaya. Ve bu çabanın hiç yok olmaması için de bu çabanın sebebi olan OLUMSUZUN varlığını da beraberinde yaşatıyordu, yaşadıkça… Ancak sanki herkes bu çabanın gerekliliği kadar amacını da anlamanın, insanca bir yaklaşım olduğunu, çocukluğun masum sahtekarlığına bürünüp farkedemiyordu. Çünkü büyümeye direniyordu adeta.
Büyümek insanın insan tarafına ağır geliyordu. İnsan coşkusunu yitirmemeye çalışan bir çocuk gibi inadını büyümemekte gösterirken, büyümeyi de insanın içindeki çocuğun coşkusunu yitirmek gibi algılıyordu nedense…
Oysa BÜYÜMEK, insanın derinliklerinde kalan, yaramaz çocuğun oyun oynadığı dünyaya tekme atmadan, başkalarının saçını çekmeden, arkadaşının arkasına kuyruk takmadan, yada başka bir ele çocukça bir hamle ile uzanırken yetişkinler gibi tilkileşmeden de oynanabileceğini öğrenmesiydi. Ve hatta bunları öğrenirken, büyümemeye gösterdiği inadını, kendi seçtiği renkler ile boyadığı uçurtmasının iplerini, başkalarının eline vermemekte de göstermesiydi aslında…




















