Bitkinin gözyaşı; kederinden mi? Yoksa sevinç gözyaşları mı? Seher vakti, sardunyanın yaprağından eline su değince, “Bitkinin gözyaşı” dedi.
“Döker gözyaşını hüzünlenince, o da canlı,” dedim.
“Canlıların hepsi bir şekilde hüzünlenir ve gözyaşı döker,” dedim.
İnsan, hareket ediyor ve konuşarak derdini anlatıyor. Kedi, hareket ediyor fakat konuşarak derdini anlatamıyor. Bitki ise hareket edemiyor ve de konuşarak derdini anlatamıyor.
Anneme, “Bitkinin gözyaşı” diyorsun nerden esinlendin de eline değen suyu gözyaşı olarak nitelendirdin, diye sordum.
O da canlı, yaprağından suyu niçin damla hâlinde yere bıraksın ki, diye düşündüm. Doğru dedim, anneme “Gözyaşı.” Gözyaşı ama burada büyük bir hüzünlenme yok. Suyun fazlalığı var. Hüzün tarafı senin iç dünyan dedim. Seher vakti hüzünlendim ben yine diyebilirsin. Çünkü hazırlıklar tamamlandığında üç aylık bir ayrılığa gidiyoruz. Yaşantımızı üç ay boyunca sürdüreceğimiz yaylaya gidiyoruz.
“Keder de var hüzün de” dedim. “Gözyaşı ölçü değil ama dökülüyor işte,” Dedi.
Bir damla su muydu? Koca insanı kedere boğan. Kederlendin diyorsun işte ölçüsü ortada bir şey yok. Anne olmak, bu kadar mı hassas ve ince bir ruha sahip olmak.
Eline değen suyu, bitkinin gözyaşı olarak değerlendiren, bir annenin “Annelik duygusundaki inceliği” değerlendirmek çok zor olsa gerek.
“Bitkini gözyaşı”
“Annelik duygusundaki incelik” dedim.





















