Kentlerin öyküsünü yazmak sevdiğim uğraşlardan biri.
Mekanlar ve zamanlar..
İnsanın varlığını kucaklayan sıcak dostlar gibi.
Doğup büyüdüğüm, üniversiteyi okuyup 40 yıllık çalışma hayatımı geçirdiğim, yirmili yaşlardan itibaren her yaz ailecek gittiğimiz şehirler..
Sırasıyla; Fatsa, Ankara ve Fethiye..
Bu kentlerin Türk edebiyatına yansıması şimdiki çalışmalarımdan birisi.
Defterleri hazır; gerekli notları almaktayım.
Fatsa’nın, Fethiye’nin, Ankara’nın Türk Edebiyatına Yansıması.
Ankara’nın Ağustos sıcaklarında Fethiye defterine çalışırken bir düşünce gelişti kafamda:
Fethiye defterini Muğla olarak genişletip, Yunus Nadi’yi, Balıkçı’yı, Can Yücel’i, Nail Çakırhan’ı, Şadan Gökovalı’yı, Oktay Akbal ve İlhan Selçuk’lara da ev sahipliği yapmış Akyaka’yı da yazmak…
Ve Akyaka’ya büyük hizmetleri olmuş iş insanı Hamdi Yücel Gürsoy’u..
Efendim, Tokat’ta doğmuş Hamdi Bey, 1940′ ta. Babası cezaevi müdürüymüş.
Şimdilerde(Ağustos 2022) 82 yaşında ve “çok yalnız” hissediyor kendini.
Muğla Akyaka’da geçen ömrün büyük kısmında Nail Çakırhan, Halet Çambel, Oktay Akbal, İlhan Selçuk ile yoğun dostluklar ve onların gidişleriyle ıssızlaşan hayat..
Diyor ki; “onlar gitti ben ve Akyaka öksüz kaldık..”
Mekanlar ve zamanlar da insan gibi, öksüz kalıp acı çeker. ..
Yazmak, az da olsa bu hüzünlü öksüzlüğe merhem sürmek midir?
Bir döneme damga vuran aydınlarla dostluktan geriye kalanlar..
Yaz sohbetlerinin mimarı Nail Çakırhan, önce o veda eder yaşama 2008’de. 2011’de İlhan Selçuk, 2014’te Halet Çambel, 2015’te Oktay Akbal..
Ve geride boş kalan masalarda vaktiyle içilen öğle kahveleri.. yudumlanan akşam rakıları.. doyumsuz sohbetler..
Yazarlarla yolu nasıl, nerede kesişir Hamdi Bey’in..
Hepsini sırasıyla aktaracağım, şimdi siz alın elinize bol köpüklü sütlü kahvenizi ve geçin masaya.
Babasının tayini Tokat’tan Eskişehir’e çıkınca orada ilk okula başlar küçük Hamdi.
Öğretmen nerde oturduklarını sorunca, Tokat’tan gelen Hamdi, o yörenin aksanıyla başlar evini tarif etmeye: “Öğretmenim şu çeneyi döndükten sonra…” diye tarif edince sınıfta toplu bir kahkaha kopar.
Öğretmen, arkadaşlarını “çocuklar Anadolu’da köşeye çene derler” diye susturur. Ama onun lakabı ‘çene’ kalır. ‘Çene geldi’, ‘ çene gitti’ böyle sürüp gider.
Özgüveni zayıf bir çocuktur Hamdi, okula gitmek istemez.
Yazın tatilde pazarda domates sattırır babası, başarılı da olur, çenesini kuvvetli çalıştırıp bir çok ürünü satar, paralarını verir babasına. Özgüveni artar kendine.
Acaba babası “bizim oğlan şu “çene kompleksini” yensin” diye mi onu pazara sürdü, diye de aklından geçiyor insanın.
Küçük Hamdi yaramazlık yaptığında annesi, “Komünistler seni alıp götürecek” diye korkuturmuş.
O yaşına kadar hiç komünist görmeyen Hamdi’nin, Türkiye’nin en ünlü komünisti ayağına kadar gelmesin mi?
Baba Eskişehir’de ceza evi müdürü. Orada yatan Nazım Hikmet Bursa cezaevine nakledilecektir.
Bir gün sokakta “komünist geliyor” diye bir bağırış başlayınca diğer çocuklar gibi Hamdi de o komünisti görmeye koşar.
Tozlu yollardan mavi çizgili elbiseler içinde eli kelepçeli bir adam jandarmaların kolunda yürüyor.
Diğer çocuklar ve Hamdi merakla incelemişler “komünist nasıl oluyor” diye ve onun Nazım Hikmet olduğunu sonra öğrenecektir tabii.
Yaşamın bilinmeyen sürprizlerinden biri de Hamdi için, yıllar sonra Akyaka’da Nazım’ın yoldaşı ve hapishane arkadaşı Nail V. Çakırhan’la tanışıp ömür boyu dost olacaklarını bilmemesidir.
1954’te Antalya’ya tayinleri çıkar ve genç Hamdi okuldan çok futbola gönül verir. Zar zor liseyi bitirir, futbolda bir hayli ilerler.
1959’da bu kez Muğla’ya tayin olurlar. Burada futbolculuktan iş insanlığına geçer Hamdi.
Odunculuk ve kerestecilik yapar. Sermayesi birikir. Muğla Spor Başkanlığını verirler.
Hamdi’nin kereste fabrikasına bir gün saçı sakalı karışmış biri gelir, kereste alıp gider peşin parayla.
Hamdi sorar kimmiş bu, diye, işçi başı; “Ulalı komünist dayıymış” der, bunun üzerine Hamdi telaşla;
“Aman benimle görüştürmeyin uzak tutun benden” der.
Başka bir gün Hamdi çorba içmek için Balıkçı Palanın dükkanına girer. Orada masada demlenen üş kişiden biri kereste fabrikasına gelen adam, yani Nail Çakırhan’dır.
Israr üzerine çekinerek oturur yanlarına Hamdi. Sohbet ilerler. Hamdi diğer günlerde de uğradığı bu masaya rahatlıkla ve severek oturup katılır sohbetlere.
Nail Çakırhan’ın yalnız olduğu bir gün uzunca sohbet ederler. O sıra bir turist otobüsü gelip Nail’i sorarlar, lokantadan kalkıp otobüsün yanına vardıklarında gelenlerden biri Ege Üniversitesi Rektörüdür. Nail ile sarılıp kucaklaşırlar. bir diğeri Hamdi’nin sekreterine rüşvet vererek randevu alabildiği kalp doktorudur. O da “Nail Bey sizi görmeye geldik” der.
Hamdi bu durumda içinden “vay be, bu Nail Bey ne çok değerli ve önemli bir şahsiyetmiş de benim haberim yok” diye utanır.
Yıl 1982′ dir. Bundan sonra Nail Bey’e Hamdi çok farklı davranmaya başlar. Hamdi Akyaka’da bataklık olan bir arazi alır ve buraya Nail’in yönlendirmesiyle evler yapar.
Ve o inşaattan Yücelen Otel çıkar ama mimari yönlendirme tamamen Nail’den gelir.
Ve Nail Çakırhan sadece otel fikriyle değil, Oktay Akballar, İlhan Selçuklarla da tanışmasını sağlar. Hayatı, doğayı, insanları öğrenip sevmesi biraz da bu tanışma ve sohbetlerin sonucudur.
1989’da Özal kendisini doğrudan arayıp Muğla belediye başkan adaylığı teklifinde bulunur.
Hamdi Bey çünkü Kentte bir çok sivil toplumun önderi, üyesi sevilen bir kişiliktir.
O seçimde kazanamasa da kazanan sosyal demokrat başkan ile hep çok iyi dost olup katkılarını sürdürmüştür Muğla’ya.
Muğla’da Hastanesi, koleji, Akyaka’da otel ve kereste fabrikası olan Hamdi Yücel Gürsoy inanılmaz bir üretkenlik öyküsünün kahramanıdır.
Ve elbette Muğla’da çok önemli bir vilayetimizdir.
Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet rejimini ilelebet yaşatmak üzere, Muğlalı Yunus Nadi tarafından kurulmuştur.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk vermiştir bu görevi Yunus Nadi’ye..
Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Oktay Akbal çizgisi..
Mekanlar ve zamanlar biçimlendirir insanı.
Buna; ortamı, koşulları, toplumsal bir varlık olan insanı ve ilişkileriyle, üretim tarzı ve üretim ilişkilerini de ekleyebiliriz.
Çocukluğumun fındık bahçelerinde
Minderim bir taş idi
Üstüm yağmur
Altım çamur
Yine gönlüm hoş idi
Yaslandığım ağaçlar
Kitap okumaya yeter idi
Yağmur yüklü bulutlar
Durmadan gezer idi..