Ülkenin birinde, ‘Hep benim dediğim olacak!’ diyen zalim bir kral varmış. Astığı astık, kestiği kestikmiş. Ülkede herkes ondan korkarmış. Halkın arasına sızan sarayın ajanları, kimler kralın aleyhinde bir şey söylüyorsa, o gün tutuklanıp ardından yapılan göstermelik bir mahkemeden sonra asılırmış. Bu kral, ailesiyle birlikte sarayında öyle keyifli yaşarmış ki, çevresindeki yalakalar da bundan nasiplenirmiş. Çocukları artık süt banyosu yapmaktan ve halkın büyük bir bölümü et yiyemezken onlar, her gün et yemekten bıkmışlar. Saray cemaati, yurt dışından getirdikleri pahalı giyeceklerle kokteyllerde eğlence ve içkinin içinde boğulurlarmış.
Kral pek dışarı çıkmaz, halkın arasına da karışmazmış. Ülkesinde neler olup bittiğini hep yardımcılarından öğrenirmiş. Artık sarayında oturmaktan ve önüne gelen şikâyetlerden de bıkmış. Bir gün en büyük oğluna ülkenin sorumluğunu birkaç günlüğüne bırakıp, ortalıktan kaybolmak istemiş. Şaşalı at arabasıyla korumalarını bırakıp basit ve kimsenin tanıyamayacağı bir at arabasıyla yola koyulmuş. Sarayından kilometrelerce uzaklaşmış. Üstüne giydiği basit bir elbiseyle onu görenler de zaten tanımıyormuş. At arabası dinlenmeler arasında ormanın içinde yol almış. Dere kenarlarından güneşin ağaçların arasından sızabildiği bir ortamda ilerlemişler. At sürücüsü,
“Efendim atlar yoruldu, dinlendirmemiz gerek.”
“Şu yaprakları genişçe olan ağaçlık yere çek.”
Atlar soluya soluya ağaçların olduğu bölgede durdu. Sürücü atların yiyeceği ile dolu olan heybeyi boyunlarına asıp bekledi. Kral, kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ancak güneşi göremedi. Görebildiği yalnızca yaprakların sallanmasından sızan aydınlıktı. Aheste aheste yürüyerek ağaca sırtını verip yaslandı. Sürücüye uzaktan seslendi,
“Evladım karnım acıktı. Erzakları getir bakalım.”
“Tamam efendim.”
Sürücü sepet ve bir örtüyle birlikte koşarak geldi. Bir çırpıda sofrayı kurdu. Etlerin bolluğunda yenen yemekten sonra kral karnını kaşıdı. Yemeğin verdiği ağırlıkla gözleri gittikçe küçüldü. Daha fazla dayanamayıp uykuya daldı. Sürücü ise atların başında onu izledi.
Küçük bir tırtıl ağaçtan süzülerek kralın kafasından doğru ilerleyerek burunda gezinmeye başladı. Tam burun deliğine girecekken kral birden uyanıp burnunu ileri geri kaşıdı. Uyku sersemiyle neler olup bittiğini anlayamadı. Eline baktı, üstünde tırtıl yürüyordu. Korkudan ne yapacağını bilemedi. Sürücüye seslendi. Sürücü koşarak yanına geldi kralına korkulacak bir şey olmadığını söyledi. Onun yalnızca yakında kelebek olacak bir tırtıl olduğundan bahsetti. Kral,
“Bahçemizde dolaşan kelebekler bunlar mı?”
“Evet efendim. Bu tırtıllar bir süre sonra kozalarını örerler.”
“Koza nedir evladım?”
“Koza tıpkı anne karnına benzer efendim.”
“Şimdi anladım.”
Sürücü atların yanına geri döndü. Kral çevresini seyrederken ağaçta bir kaç tırtıl gördü. Kalkıp baktı, bir başka tırtıl kozasını örmektedir. Bir diğerine baktı, o da kozanın içindeki yavru kelebek büyük bir mücadeleyle dışarıya çıkmak için minicik kanatlarını çırpıyordu. Kral, kozaya kulağını yaklaştırıp dinledi. İçinde öyle bir kanat çırpınışı vardı ki, tırtılın bu haline acıdı. Ellerinin titremesi arasında yavaşça kozayı açarak kelebeğin uçmasına yardımcı oldu. Ancak kelebek yavrusu koza yırtılınca uçacağı yerde, ölür. Kral bu duruma şaşırır. Biraz önce kendisine bilgiler veren sürücüyü tekrar yanına çağırır,
“Kozanın içinde yavru çırpınıyordu, sanki acı çekiyor gibiydi. Ben de onu kurtarmak için kozayı yırttım ve uçmasına yardımcı olmak istedim ama şimdi hareketsiz.”
“Aman efendim, öyle olmaz. Siz anne karnındaki çocuğu ayları dolmadan alabilir misiniz? O da çırpınarak kanatlarını kuvvetlendirecek ve yaşama hazır hale geldiğinde kozasını yırtıp, uçacaktır. Zaten ömrü de nedir ki, yirmi dört saat.”
“ Üzüldüm…”
Kral kozayı düşündü. O yavrunun orada hapis gibi bir hayat mücadelesi vermesi kafasını oldukça kurcaladı. Oysaki sarayın zindanlarında haksız yere yatan o kadar çok insan vardı ki… Onları bu yavru kelebeğe benzetti. At arabasına binerken sürücüye seslendi,
“Beni bir kasabaya götür.”
“Tamam efendim.”
Atlar arpalarını yemenin ve dinlemenin hızıyla ormanda hızla ilerledi. Düz bir yola girildiğinde ileride evler görünmüştü. Kral yol kenarında çalışanlara baktı, birçoğu buğday tarlasının içinde kaybolmuşlardı. Hava da oldukça sıcaktı. Sürücüye arabayı kenara çekmesini emretti. Arabayı tarlanın yanında görenler “Kim ola ki?” diye merak içindeydiler. Kral arabandan inip kendisine yaklaşan ihtiyara seslendi,
“Kolay gelsin. Hayırdır neler yapıyorsunuz?”
“Biz köylüyüz efendi, başka ne yapabiliriz ki? Buğdaylarımızı ekip biçiyoruz. Şimdi de hasat zamanı. Ailece onu kaldırıyoruz.”
“Hayatınızdan memnun musunuz?”
“Ürettiklerimizle aç karnımızı ancak doyurabiliyoruz. Hayat çok pahalı. Yüksek vergilerden canımız çıkıyor. O kral var ya, o kral, bizi hiç anlamıyor hiç!”
“… ???”
“Onun tek derdi, kendi ailesi ve çevresinin keyfi. Yüzünü gören mi var ki? İnsan halkın içine girer ve dertlerini dinler. Ona göre önlemler alır. Esnaflar ürünlere zam üstüne zam koyuyor. Kralın umurunda bile değil!”
“Anladım ihtiyar anladım…”
“Halkın biraz sesi çıktığında, ya tutukluyorlar ya da sarayın zindanına atıyorlarmış.”
“….???”
Sürücünün kafası önündeydi. Kral arabasına döndü. Sürücüye,
“Çek kasabaya.”
Kasabadaki evler derme çatmaydı. Kral yolda yürüyenlere baktı, giyecekleri yırtık ve perişan bir haldeydi. Uzaktan demirin tın tın sesleri geliyordu. Yaklaştıkça ses daha da artıyordu. Demirci dükkânının önünde durdu. Kral arabadan inip içeri girdi. Pazuları genişçe iri bir adam harı yüksek yanan ocağın başından ayrılıp alnında biriken terlerini sildi,
“Buyur beyim, hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk. Yanındaki bu çocuk senin mi?”
“Hayır, burada çalışıyor, sanat öğreniyor.”
“Hayat nasıl gidiyor? Memnun musunuz işinizden?”
“Eh… Ne diyelim, saray refah içinde yaşarken mutlu olmak mümkün mü?”
“Neden ki?”
“Nedeni var mı? Vergiler canımıza okuyor. Şu gördüğünüz çocuğa bile bir şeyler veremeyecek haldeyiz. Gezin dolaşın, bütün esnaflar kan ağlıyor. Biraz vergiyi geciktirsek, sarayın adamları hemen kapımıza dikiliyor. Vermeyenleri de tutuklayıp götürüyorlar.”
“Siz de birleşip karşı çıksanız…”
“Olur mu öyle şey? O zaman ortalıkta adam kalmaz. Saray hepimizi öldürür.”
Karl, kendisine ikram edilen sudan iki yudum çekip arabasına geri döndü. Yol aldıkça tarladaki ihtiyar adamla demircinin söylediklerini düşünüp durdu. Sürücüye içeriden seslendi,
“Çek evladım saraya…”
“Tamam efendim.”
At arabası saraya girdiğinde karısı ve çocukları merakla kapının önündeydiler. Hepsi de şıktı. Kral öpme faslından sonra çalışma odasına geçti. Sarayın bütün çalışanlarını toplantı odasında görmek istediğini söyledi. Onlara yarından tezi yok vergilerin adaletli bir hale getirilerek düşürülmesini, sarayın zindanında hapis yatanların derhal serbest bırakılmalarını ve üretim için neler yapılması gerektiği ile ilgili çalışmaların acilen yapılmasını istedi. Bundan böyle kimsenin düşüncesinden dolayı tutuklanmamaları için, ilgili kanunların da biran önce çıkartılmasını ayrıca emretti.
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.