Tepelere tırmandıkça, ruhum sakinleşiyor, kendini ancak teskin ediyordu. Komutanın zafer sarhoşluğu gibi, tırmanmadan önce, gençleri ziyaret etmişti. Gururluydu.
Dağcı kıyafetini, komşunun çocuğuna da giydirmişti. Onu yanında götürecek ve tırmananların eşyalarını bekletecekti.
Çocuğun hikâyesi, böyle başladı. Yaşadıkları filmlere konu olabilirdi. İnanılmaz bir coğrafya ile karşılaştı. Gerçekler acı ve çileydi. Kuş uçmaz, kervan geçmez, kayalar arasında bir düzlük. Böyle bir düzlüğe inmişlerdi.
Tırmanacak ekip düzlükte dinlenecek ve çocuğa eşyaları bırakacaktı. Ona gerekli talimatlar verilmişti. Bu şartlarda dağcıları bekleyecekti. Çadırı, uyku tulumu ve yiyeceği hazırdı. Dağcılar ise, sabahın ilk ışınlarıyla, dağların doruklarına tırmanacaktı.
Şenlik havasını, sabahın seherinde başlattılar. Çocuk, yalnız kalacağından, habersiz gülüp oynuyordu. Kuşluğa doğru, şenlik bitti ve yürüyüş başladı. Çocuk, yürüyüşle birlikte, düzlükte kimsesiz kaldı. Çevresinde ses bile yoktu. Anne diye ağladı. İlk andan itibaren acının boyutu değişti. Çocuk çaresizce etrafına bakındı durdu.
Eşyalarını çadırının içerisine koydu ve kapısını bağladı. Suyun çağlama sesine doğru yürüdü. Yalnızlığı bile düşünmüyordu. Bu psikolojik durum, korkunun ayak izleriydi. Kendini bir anlığına evinde hissetti. Yalnız çocuk, nerede olduğunu dahi bilmiyordu.
Yabancı bir yerde yalnız ve çaresizdi. Böyle bir dramı yaşayacak gücü kendinde bulamıyordu. Çimeni geçtiğinde, suyun akışını gördü. Bu akış muhteşem bir çağlayan ve bir doğa olayıydı.
Çadırına gelirken, bulduğu kırıntıları, çadırın önüne koydu. Dallar arasında, doğal mantara rastladı. İçindeki korku ve burukluk daha derinlere iniyordu. Heyecanlıydı.
Sabah sisten göz gözü görmüyordu. Morali bozuldu, ağlamak istedi, ama kendi hatasıydı. “Kendi düşen ağlamaz.” Annenin ısrarı ve babanın nemli gözleri, onu ikna edememişti. Rüyasında kardeşini görmüş ve suya beraber gitmişlerdi.
Sis öğleye doğru, açıldığında çağlayana vardı. Elini yüzünü yıkadı ve su içti. Çadırına döndü. Çevreyi kontrol etmek istedi. İndikleri düzlük, kayaların yanından dışarı açılıyordu. Yürümeye başladı. Annesine seslendi; geliyorum, dedi. Kardeşine sarıldı ve babasını sordu. Seni soruşturmaya gitti, dedi.
Sustu ve ne oluyor, az önce evdeydim, dedi.
Çocuk yaşadığı korkuyu bir türlü atlatamıyor ve kendini oyalayamıyordu. Yabani karşıma çıkarsa, dediğinde her tarafa bakıyordu. Çadırının önünde ateş yakmayı ihmal etme, demişlerdi.
Ateşi yaktı ve bir şeyler yedi. Mantarları akşama pişiririm, dedi.
Düzlüğün sonuna kadar gitti. Karşı yamaçlarda köy gibi canlılık belirtisi yoktu. Biraz daha ürktü. Soğuk çıktı, rüzgâr esti. Rüzgâr eserse çadırı, kayanın altına götür demişlerdi. Çünkü yağmur ve kar çadıra zarar verebilirdi.
Sürükleyebildiği kütüklerle, yaktığı ateşte mantarlarını da pişirdi. Mantarların lezzetine hayran kaldı. Yarın da ararım, dedi. Şimdilik mantar ve yiyeceği vardı. Ateşe odun attı ve uyudu. Uyandığında ateş tütüyordu. Ateşin hala tütüyor olmasına sevindi. Fakat dayanma gücü kırılmıştı.
Sabah kalktığında, gözlerine inanamadı. Beyaz örtü her yanı kaplamıştı. Titredi ve korkudan dışarı çıkamadı. Kayanın altına çadırını almamış olsa ateş bile yakamazdı.
Kapalı bir hava dağcılar acaba neredelerdi. Dönüş için yola çıkmışlar mıydı? Akşama gelme ihtimali varsa, az zaman kaldı, dedi.
Çocuk bir an önce eve dönmeyi bekliyordu.
Hasan TANRIVERDİ























