“Su hayattır.”
Suyu içtikten sonra rahat ediyoruz. Suda ne var ki vücut kendine gelip rahat ediyor? İnsan düşünmeden edemiyor.
Çeşmenin başına geçip çocuk gibi oynarız. Suyun aktığı oluğu temizleriz. Oluğun kenarındaki yaprak kırıntılarını atarız ve uzayan otları koparırız. Oluktan bir iki yudum su daha içeriz. Suyun yalağını da düzenleriz. Su ile içimiz serinliyor ve dinçleşiyoruz.
Su hayattır. Boşuna söylenmemiştir. Çünkü su hücresel yapımızın çalışması için ortamı oluşturmaktadır.
Bir bardak da olsa su içmezsen, ruhun sıkılır. Bedeninde vazgeçemeyeceğin, bir istek duymaya başlar ve dudakların kurur. Halbuki su içtiğinde bedenin aktivitesi artıyor. Başka içilen sıvıların hiçbirinde böyle bir sonuca ulaşamıyorsun.
Su, vücudun aktivitesini düzenlerken, organların işlevini de gerçekleştirmiş oluyor.
Buna göre; beynin daha iyi çalışması, suya bağlıdır. Yeterince su organlara iletilmezse, hücrelerdeki işlevsel moleküller çalışamaz.
Hücrelerin yapısına uygun olan su, belirli mineralleri de taşıması gerekir. İçilen su, saf değildir. Minerallerin karışımıdır. Sudaki mineraller de canlılık olaylarını daha aktif hâle getirir. Bu yönüyle mineraller aynen vitaminler gibi görev yaparlar.
Su kana karışır ve kanın kıvamını ayarlar.
Suyun çok önemli bir özelliği de bitkilerin organik besin üretiminde kullanılmasıdır. Su besin üretiminde kullanıldığında atmosfere oksijen verir. O hâlde bütün canlıların kullandıkları oksijen su molekülünden açığa çıkar.
Üretilen besin maddeleri, bitkinin yapısını oluştururken, aynı zamanda depolanır. Depolandığı yapı tohum ve meyvedir.
Suyun özellikleri saymakla bitmez. Su vücudu yıkar, böylece temizlemiş olur.
Hasan TANRIVERDİ





















